Aralık 30, 2012

ne mutlu bana ki, Arman Manukyan hayatıma dokundu

öylesine el kaldırdım, ben de asistan olucam ya, diye. neden diye sorduğunda mülakatta bana çünkü sizin sadece öğrenciniz olmak istemiyorum demiştim. olmadık da. ne o benim sadece hocam oldu, ne de ben onun sadece bir öğrencisi.

üzgün olduğumda elimden tutup nasihat etmesi, işimden mutlu değilken her şey düzelecek zaman ver demesi, adana'ya gittiğimde arayıp telefonda moralimi düzeltmeye çalışması, evimi boşalttığımda bana ev araması, galata'da oturmaya başladığımda bana mekan önerilerinde bulunması, roxy çok gürültülü oluyor fazla kalamıyoruz biz demesi...

80. yaşını kutlamak için hazırladığımız o partide gözyaşlarını tutamaması, pastanın şeklinin aslında papyon olduğunu söylediğimdeki mutluluğu, sevgili eşi Alis Teyze'yle bizi evlerinde misafir etmeleri, hayatlarına dahil etmeleri, elleriyle hazırladıkları mozaik pasta, Alis Teyze'nin her telefonda bana selam söyleyip sevgilerini iletmesi...

yaşanmışlıklarını anlatması, hayallerimi dinlemesi, aşk hayatımı yorumlaması, e kızım sen bu kadar çok şeyi birarada istersen kimseyi bulamaz kalırsın öyle deyişi, müdahale etmeden yol göstermeye çalışması, yüzüğü 5 karat isteme 3 karat iste diye müstakbel eşim adına pazarlığa girişmesi...

takıntılarımdan beni vazgeçirmeye çalışması, boşver sağlık sektörünü organizasyon işine gir deyip kariyer planlarımda kocaman bir karmaşaya yol açması, sonra da gidip beni türkiyenin en büyük sağlık grubunun genel müdürüyle çay kahve muhabbetine sokması...

hayatımın en gurur verici günlerinden birini yaşatması... bir yıl önce öğrenci olarak girdiğim ad488 dersine konuşmacı olarak geldiğim, Arman Hoca'nın yanında oturup, kendimce birkaç ufak deneyimimi dillendirdiğim o gün. en güzel gün.

binlerce farklı cümle kurabilirim böyle. yüzlerce farklı anı anlatabilirim. ikimizin de gerçekleştirmek istediği bir anı vardı, düğünüme gelecekti Alis Teyze'yi de alıp. olmadı. olduramadık bu sefer.

Hocam...
ben ölümü ilk defa bu kadar yakından görüyorum. sizinle olan her anım gülümsetirken bu kısmı tatsızlaştırıyor her şeyi. bir kez daha aynı şeyi yapıyorum, kötüleri siliyorum. sizinle o son sahnede kalıyorum.
hani beni teşvikiye'de bıraktığınız gün var ya, evin önünde. işte o gündeyim ben. üşümüştüm de biraz, arabadan inerken elimi tutup öpmüştünüz. gülümseyip kendine dikkat et kızım, demiştiniz. siz bende hala o günkü gibisiniz.

Hoşçakalın...
Huzurla uyuyun...


Aralık 29, 2012

bir umut vardı, clark kent gibiydi.

kahretsin yine zengin olamadık. yine tutturamadım sayısalı. gerçi sayısal oynayacağım diye süper loto oynamışım, ama olsun, sonuçta tutturamadım. hala sabahları kalkıp işe gitmek zorundayım. çok can sıkıcı, çoook.

sevgilimin sudoku oynamama takması sonucunda, ben de artık kendime başka uğraşlar bulmaya çalışıyor bu takıntımdan kurtulmaya uğraşıyorum. adam beni babasına benzetti yahu. var mı böyle bir şey. sudoku oynuyorum, aynı babam gibisin o da eve gelince hemen sudokuna sarıyor annem çok kızıyor; diyor. alt metinde kendisinin de bana çok kızdığını belirtiyor aslında. fotoğraf çekiyorum, babası da öyle fotoğraflar çekiyor. bir şey diyorum babası da öyle diyor. tamam çok düzgün normlarda bir insan evladı değilim, bundan mütevellit ilişkimin de arada saçmalamasını bekliyorum. ama arkadaş hani biz kadınlardık babalarına benzeyen erkeklere aşık olanlar.

sudoku oynamamak için kendimi otobüs yolculuklarında sosyal medyaya verdim. malum istanbul trafiği. gerçi etiler levent arası max 20 dakika sürüyor benim yolculuk ettiğim saatlerde. o bile yetiyor gündemi yakalamama, arayı pek açmıyorum ya ondandır.

birisi demiş ki "kim bilir şu an kaç tane çift birbirine hiç ayrılmayalım aşkıaam diyordur". adam haklı beyler.
ne yalan sözler veriyoruz. ne kadar yapamayacağımız vaatlerde bulunuyoruz. ne çok yalan yere yeminler ediyoruz aslında.
tamam çok seviyorsun, tamam ölümüne aşıksın, tamam anladık onsuz nefes alamıyorsun. e yarın ne olacak? 2 sene önce de başka biri için ölüp bitmiyor muydun sen? ondan uzakta nefes alamıyorum benden uzakta nefes alamasın istiyorum, demiyor muydun? şimdi hatırlıyor musun onu? yine nefes almanı zorlaştırıyor mu onsuzluk? yooo... e o zaman.
sonra diyorum ki kendime, öküzlük etme merve. seviyor işte insanlar birbirini. başkasını gözü görmüyor. belki de bir daha hiç görmeyecek, bir tek o olacak onun için. ne yani yarın ne olacağını bilmiyor diye şimdi geleceğe dair hayal kurmasın mı bu insancıklar. saçmalıyorsun kızım.
sonuçta bir karara varamıyorum. gerçekleşmeme ihtimali olan sözler, gelecek üzerine planlar hayaller. bilemiyorum. kafam karışık, doğru olan hangisi ki? ya da illa bir doğru mu var ki?
aşk zaten en yanlış hissettiğin değil mi?
ay şimdi furkan okuyacak bunları takacak kafasına bir sürü. bu cümleden sonra da, madem takacağımı biliyorsun niye yazıyorsun diyecek. evet, biliyorum. ama inat işte, yazıyorum yine de.



kemal çekmiş bu fotoğrafı taksim'de bir duvarda. görünce ilk tepkim, e tabii yarın mümkün olur mu bilinmez, oldu. pek sevdim, siz de sevin.







bir de ben paris turu kazandım ya tekrar tekrar söyleyeyim istiyorum. 300 kişinin içinden ilk benim adımı söyledi big boss. babama söyledim paris'e gidiyorum diye iyi kızım git, dedi. anneme söyledim banane, adana'ya gelmedikten sonra nereye gidersen git, dedi. yahu arkadaş insan bir sorar, ne zaman gidiyorsun kimle gidiyorsun nerden çıktı bu kış günü paris diye. ama yok. hayır bana duydukları aşırı güvenden mi kaynaklanıyor yoksa ay ne istiyorsa onu yapsın modundalar mı anlamadım ki.

yeni yıl hediyesi olarak 365 güne 365 dilek olsun kararı aldık. 365 tane dilek yazıyoruz, bi tane onun benden dileği bi tane benim ondan dileğim. her sabah çekeceğiz kutularımızdan, ve o dilekler gerçek olacak. şiir oku, seranat yap, kahvaltı hazırla, tıraş ol....... aklıma gelen her şeyi yazdım. ama 365 gün de çok fazla, yaz yaz bitmiyor be. tavsiyelere fazlasıyla açığım.

kısmetse bugün yarın taşınıyorum. evimdeki eşyaları toplasam, bir nakliye şirketiyle anlaşsam tam olacak. güveniyorum ben kendime ya; yumurta, kapıya dayanması falan o konularda başarılıyımdır. hem bu sefer evimde buzdolabım bile olacak be, ne diyorsunuz siz. (bazıları bu cümleme çok güldü, biliyorum.)

bir de umut geldi aklıma bu kadar bilinç akışı yapınca. "bilinç akışı yaptım, umutu başıma koydum, duma duma dum" umut var ya, o işte.

Aralık 27, 2012

portakal reçelini de severim ki ben

iki yıldır alışkanlık olmuştu ben de; "this year sucks, next one probably" yazmak. senenin son 4-5 gününü yaşıyorken şans perileri pek bir etrafımda dolanmaya başladı. pek güzelim pek mutluyum.

2 yıldır bırbır konuştuğum, ben taşınıcam buraya alper çıksın diye tutturduğum evden alper sonunda taşınıyor. ben de ortaköy'lü oluyorum artık. yeni ev heyecanı sardı dört bir yanımı.

daha bir hafta önce sevgilim "tatile gidelim" demişken, roma, paris, stockholm, beyrut alternatifleri içinden direk paris'i seçmişken, ama ayarlayamamışken pek üzülmüşken; sevgili şirketim bana yılbaşı hediyesi verdi. 3 gece çift kişilik paris turu. sevgilinle 2013ü paris'te karşıla dedi.

ne kadar içten dilemişsek, nasıl bir secret, totem, dua triologysi yaptıysak artık. furkan beni "hadi tatlım, git bize paris tatili kazan gel" diye yollamıştı baloya zaten. şimdi de bavulumu ne zaman hazırlayayım diye soruyor şapşal.

bi de ben bu sabah gittim sayısal loto oynadım. şansımı zorluyorum, evet.

geriye tek bir şey kaldı. e o da olsun ama ya, lütfen ama ya, kırmayın beni ya. benden kıymetli mi sanki?

güzel 2012 cici 2013, biriniz giderken biriniz gelirken bir kez daha mutlu edin beni.

Aralık 24, 2012

saçma oldu bu yazı

ferzan'ın şahane misafir'inden hatırladığım tek şey bu şarkı. hiçbir sahneyi değil ama bu şarkıyı hatırlıyorum. normal gerçi. çünkü bendeniz ömrü hayatında bir ilki yaptı ve sinemada uyudu, baya baya, horul horul uyudum. çağlar beni film bitip de uyandırmaya çalışınca kızdım hatta, bırak ya uyicam ben diye.
ama napayım çok yorgundum, gece seansıydı, bi de akşam yemekte bir sürü yoğurt yemiştim. yoksa film izlerken uyumam ben. ay tamam, sinemada uyumam, evde uyuyorum. hatta uyumak için film açıyorum.
o filmden çıkınca istiklal'de yürürken çağlar diye gidip başka bir adamın koluna girmiştim bi de. çağlarla gülben adamın elinden zor aldılar beni, pek bırakmak istemedi sanırım adam koluna sarılmış uyuklayan birini bulunca. gülbik eve girene kadar elimi bırakmamıştı sonra.
bi keresinde de furkanla dans ederken o beni evirip çevirip ileriye doğru atmıştı, sonra ben kendimi başka birinin kollarında bulmuştum. arada hatlar karışıyor yani bende.
neyse düşünmüyoruz şimdi böyle şeyler. zaten bu şarkıyı da öyle buldum. düşünmemek için bilinç akışının dibine vurmuşken dün akşam bir şarkı vardı dedim, ne sözünü ne müziğini hatırladığım. aradım buldum. o saatten beri dinliyorum. itunes'ta bir numaraya yerleşti bile.
ay ben ferzan beni filminde oynatsın istiyorum ya. ama başrolde. öyle yol kenarından geçen kadın olamam ben. başrolü mehmet günsür'le paylaşabilirim bence. hem onunla kapanmamış bir hesabımız da var zaten, bu vesileyle onu aradan çıkarırız. (kapanmayan meseleyi merak edenler için bi bkz vermek lazım di mi? bkz.)
çikolatalı sufleyi çok severim mesela. patates bende kafa yapar bi de. acıbadem dolmuşunda ekmek kokusu duymuşluğum da vardır. şu aralar can sıkıntısından mysql öğrenmeye başladım. bilmem kaçıncı kez coupling izliyorum. adanalı kimliğimi konuşturup jeff'e ingiliz aksanına kurban olduğum diyesim gelmiyor değil hani arada. bulsam 5. kez black books da izleyeceğim. aslında prison break'e başlayacaktık ama olmadı, başlayamadık.
adanaya gitsem babamla uçurtma uçursak diyorum, ama iş güç olmuyor. mevsim de kış zaten. bu havada uçurtma mı uçurulur. ama çok özledim. onu. uçurtmalarımı.
değiştir değiştir aklından geçenleri değiştir. bu noktalarda böyle diyoruz. aklımızdan geçenleri değiştiriyoruz. düşünmüyoruz, kurmuyoruz. hepsi geçecek biliyoruz.
kek yapsam mı acaba? limonlu. kozzy bana tarifini verirdi. ay yok yapmayayım. ya da amaaaan.

şarkı güzel ya.
dinlemek gerek.




Aralık 05, 2012

güzel gözlü güzel çocuk...

aklımda bir görüntü var.
şakır şakır yağmur yağıyor dışarda. boğaz kenarında bir yerdeyim. bi cafede. belki ortaköy'de. cam kenarında bir masa oturduğum. sıcacık içerisi. bir fincan kahvem var defterimin yanında, dumanı tüten, mis gibi kokan.
defterim var, evet. içimden geçeni aklıma eseni yazdığım. sevdiğim şiirlerden birkaç mısra, sevdiğim şarkının nakaratı ya da.
bana özel, beni anlatan, benim anlattığım. her sayfasına kendimi kattığım.
sert kapaklı siyah kaplı bir defter bu. bembeyaz sayfaları var. siyah mürekkepli bir kalem karaladığım. dolmakalem. siyah, şık ve sade. 
ah bu benim defter kalem tutkum. yıllar geçiyor bu hiç geçmiyor.
düşünüyorum, her şey gitgide büyüyor gibi geliyor. düşüncelerim büyüyor, duygularım büyüyor. ben büyüyorum. 
büyüdüm ve kocaman bir kadın oldum, diyorum. büyümeseydim keşke diyorum sonra. 
büyüdüğüm her gün biraz daha idrak ediyorum aslında çocukken aldığım hep çocuk kalma kararının ne kadar da doğru olduğunu. ama hayat... hani şu oynadığı oyunlara hiç karşı koyamadığımız. hani şu oynadığı oyunlara delice tutkun olduğumuz.
kalemi alıyorum elime. aklıma gelen bir şarkının nakaratı. değiştiriyorum onu biraz. kendime yontuyorum.

"güzel gözlü çocuk unuttun mu
sadece bir bakışınla aşık olduğumu..."

yazıyorum sayfanın başına. duruyorum, bakıyorum harflerime. benim yazım güzel, furkan nasıl okuyamıyor ki bunu diye geçiriyorum aklımdan. gülümsüyorum. bi yudum kahve içiyorum. yazmaya devam ediyorum.

Aralık 04, 2012

her şey biraz kader kısmet, yalan mı?

the man who said "i'd rather be lucky than good" saw deeply into life.
people are afraid to face how great part of a life is dependent on luck. it's scary to think so much is out of one's control.
there are moments in a match when the ball hits the top of net, and for a split second it can either go forward or fall back. with a little luck, it goes forward and you win. or maybe it doesn't, and you lose.


woody allen,
match point

Kasım 27, 2012

anlamak mutluluk

annelerin ninnilerinden
spikerin okuduğu habere kadar,
yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmek yalanı,
anlamak, sevgilim, o, bir müthiş bahtiyarlık,
anlamak gideni ve gelmekte olanı.

nazım hikmet
beş satırla

Kasım 22, 2012

sevilesi bir insanım canııııımmm.

merve kimdir?
öncelikle merve candır.ama zordur. merve'ye kızamazsın. eğer tanımıyorsan çok şirin gelir, eğer tanıyorsan başına gelecekleri bilirsin. merve'yi sever insanlar. merve düşüncelidir hem de fazla. kendini kaybetmez. merve'nin psişik güçleri vardır, bulunmadığı ortamlarda bile ne olup olmadığından haberdardır. iyi taklit yapar, okulun yarısı hala merve'yi 7/24 şirin gezinen biri bilir. içindeki canavarı aptallar göremez. kuzenimin ev arkadaşıdır, birbirlerinin katalizörleri gibidirler. önceleri sadece kuzenimin ev arkadaşıyken artık şirin bir gülümsemedir benim için. merve'yle hiçbir çılgın anım yoktur, hep güzel anılarım vardır. Hep standart ama mutlu olduğumuz zamanlar vardır. Bir iki kötü anım da vardır aslında, mesela herkese güzel yemek yapar ama bana yapamaz. Sonuç olarak, merve'yi severiz, hem de çok.


Ozan yazdı bunları bana. write up'ımdır, pek sevdiğimdir, bu sabah denk geldiğim okuyup güldüğümdür.

Kasım 16, 2012

cap ou pas cap

the rule was simple. 
are you game or not?

aşk böyle bir şey değil benim için. aşıksan eğer dayanamazsın. tutamazsın içinde. bas bas bağırmak istersin. pat diye karşısına çıkarsın. say something sensible diye düşünür i have one leg diye dillendirirsin. (şahsım bu noktada coupling'e gönderme yapmıştır.)
aşk bir bakıştır. dokunuştur. tutkudur. çirkindir. güzeldir. heyecandır. adrenalinin ta kendisidir. onu gördünüz diye kalp atışlarınızın 200e çıkmasıdır. bir an gözgöze geldiniz diye içinizde fillerin samba yapmasıdır. Kuzey kampüste adama seksek oynatandır.
aşk aldatmaktır (sevgiliyi değil). aşk yalan söylemektir (sevgiliye değil). aşk üzülmektir. aşk ağlamaktır. aşk gözyaşıdır, bazen kahkaha atmaktan akan gözyaşı. aşk hayat sevincidir. aşk yaşamdan bıkmaktır.
aşk midende kelebeklerin uçuşmasıdır. aşk öğle yemeğinde iştahtan kesilmek akşam yemeğinde duble iskender üzerine kaymaklı ekmek kadayıfı yemektir.
aşk nefrettir. aşk yalandır. gizlemektir bir yandan da her şeyi anlatmaktır.
o kadar yorulmaktır ki aşk, bazen eski sevgiliyi özlemektir. onun sessizliğini sakinliğini. onunla konuşamamayı arada, ona uzaktan bakmayı.
bağıra çağıra kavga etmektir. kapıları çarpmaktır aşk. ardı ardına sigara içmektir. karanlıkta oturmaktır. sakinleşince de daha bi sıkı sarılmaktır birbirine.
eşyalarınızı toplamış giderken evden, terk ederken onu beni bırakma dediğinde gidememektir aşk.
beni ondan daha çok sev dediğinde daha çok, daha daha daha çok sevmektir.
canınızı acıtmışken, ağlatmışken, kırmışken sizi yanında kalmaya devam etmektir.
pişman olmaktır.
zevke doymaktır.
koynunda uyumaktır onun.
aşk gitmek değildir, gidememektir.
vazgeçmeye çalışmak ama vazgeçememektir.
karşındakine yalvarmaktır nolur çık git hayatımdan diye, hiç gitmemesini dileyerek.
pişman olmaktır, lanet olsunlarla doludur.
yanlış mesajlar göndermektir. 10 dakikalık okul ev arası mesafeyi 35 dakikada gelmektir. her sabah balkonda gelmesini beklemek, o gelince, köşede durunca, kafasını kaldırıp sana bakınca evden çıkmaktır.
gecenin bir yarısında kapıya gelip telefon etmektir, pencereye çık bi görüp gidicem demektir.
gecenin 3ünde sırf bi adam seni özledi diye kalkıp koşa koşa ona gitmektir.
sevgi değildir aşk. her daim mutlu eden bir şey değildir. acı çektirendir aşk. canınızı acıtan, içinizi yakandır.
özlemektir bi de. deli gibi. özlemekten gözlerinin dolması gibi. 3 gün farklı ülkelerde olmanın ardından 4. günde kucağına atlamaktır, boynuna sarılmaktır, öpmek öpmek öpmektir. en olmadı ara katta buluşup dudaklarınızın birbirini bulmasıdır.
şirket binasındaki asansörden dudaklarınız ıslak inmektir.
buz gibi suda sırf ona sarılmak için titreye titreye kalmaktır.
o seviyor diye sinüzit ve migrene rağmen ıslak saçla dolaşmaktır.
gecenin ikisinde tatile gitmeye karar vermektir. başka bir şehirde uyumaktır. her koyda yüzmektir sarmaş dolaş. bir gece yarısı çırılçıplak denize girmektir. kahkahalarla gülmektir. binlerce fotoğraf çekmektir. tavlada 6-2 atmaktır aşk.
dayanamamaktır. uzak kalamamaktır.
aşk gitmesine ne olursa olsun izin vermemektir.

bu yüzden ki bu film benlik değil. are you game or not? aşkın kendisi bir oyun evet, ama sadece iki kişilik. üzgünüm hanımlar beyler benim oyunumda geçici süreliğine de olsa 3. şahıslara yer yok.


jeux d'enfants ya da love me if you dare ya da cesaretin var mı aşka... seçin beğenin hangisini istiyorsanız onu deyin. 9 sene sonra izledim ve ben bu filmi hiç sevmedim.

bi de ulan adam beni gözlerim kapalı son hız gelen trenin önünde bırakacak ben de ona aşık olucam. ooolldu gazoz ağacı.

bi de onlarınki aşk değil be abicim bildiğin hırs. hayır kendimden biliyorum, iddia kazanıcam diye şehir değiştirmişliğim var benim. gerekirse ülke de değiştiririm sorun değil. her türlü kazanan ben olurum. bu oyun uymaz bana yani. oynarım da aşkımdan değil hırsımdan. her türlü de alırım.

bi de hikaye çok sıkıcı be arkadaş, azıcık sürükleyici olsaymış bari. 90 dakikama yazık oldu, ona üzülüyorum. ben ki sheltering sky ve english patient'ı izlemiş adamım.

bi de evet, tüm bu sebeplerden ben aşk'ın biyolojik olduğuna inanırım. bir ömrü olduğuna. yoksa bir insan ömrü böyle geçer mi ayol. yazıktır, günahtır. yapmayın, etmeyin.

Kasım 15, 2012

pretty in pink

içindeki kaosu görmektir yaşamak. ve olmasını istediğin şey ise perde çekmektir kendi üstüne. gel gör ki ruh anarşisttir ve daha güçlü fırlar içinden dışarı doğru. etrafa saçılanlar ufak tefek nefret kırıntıları. rüzgar eser, yağmur yağar ve unutulur giderler.


ulaş yazmıştı iki sene önce bunu bana. nedensiz severim onun bu cümlelerini.



Kasım 14, 2012

ben, sen, onlar, biz, siz, o.

bazen şeyi düşünüyorum; ne kadar öküz olduğumu. şaka değil cidden. oturup ciddi ciddi düşünüyorum.
acaba doğuştan mı öküzdüm ben sonradan mı böyle oldum?

şöyle bir düşünürsek,

romantik bir hatun değilimdir. özel şeyleri sevmem. kolay kolay doğum günleri dışında özel gün hatırlamam. ama doğum günlerini unutmam, unuttuysam eğer o arkadaşı da unutmuşumdur. başbaşa kutlamalardan hiç hoşlanmam. niye yalnız kutluyoruz? bizim hiç arkadaşımız yok mu? kimse bizi sevmiyor mu? kimse mutluluğumuzu paylaşmak istemiyor mu? niye yalnızız biz yahu? kalpli incikli boncuklu şeyler kolay tercih ettiğim şeyler değildir. pembeyi sevmem. kırmızı taraftarıyım. ama beyazla siyah her daim vazgeçilmezlerimdir.  slow şarkı sevmem, çok dinlersem anlamsız bir mutsuzluk yaşarım zaten. kendi kendimi depresyona sokabilme kabiliyetim çenemden daha kuvvetlidir, varın gerisini siz tahayyül edin.
romantik komedi filmleri komedi kısmı ağırlıktaysa izlerim, ya da regl dönemindeysem. zaten yaptığım yorumlarla yanımdakilere "öküz müsün acaba" dedirtirim, en olmadı içlerinden bu cümleyi geçirttirir duygularını gözlerine yansıtırım. mesela başka dilde aşk'ı izlerken verdiğim tepkinin birine sevil direk "öküzsün merve" diyerek cevap vermişti, ki bilen bilir sevil de romantizmde benden daha başarılı bir insan evladı değildir. eternal sunshine of the spotless mind, herkes bayılır ya bu filme ben çok sıkılmıştım. the notebook, ıyk dedirtmiştir bana. jeux d'enfants'ı insanların "ayyy çookkk güzjeeellll" yorumlarından dolayı izlemeyi reddetmişimdir mesela. ama korku filmlerine asla hayır demem. paranormal activity'leri çerez niyetine izleyebilirim, ki izledim. hatta birisi baya sıkıcıydı, uyudum. aa evet bi de o var, sevgiliyle ya da sevgili to be ile romantik romantik film izlerken; yani asıl amaç film izlemek bile değilken, ben o filmde sıkılıp uyurum. yaparım. yapmadım değil hani. bi de ada'yı çok severim. evet zevklerimin tuhaf olduğu doğrudur. ben o filmde sevgiliyi yeme ihtimallerini sevmişimdir. (iremmbb şu cümleyi okudun ve çok güldün, biliyorum.)
kitap okumaya bayılırım. ama okuduğum en romance temalı kitaplar ortaokuldaki bir genç kızın günlüğü ve serisidir. evet okudum, geçmişimden utanmıyorum. ay tamam geç dalganı, unuttum ben sen okumayı nietzsche ile sökmüştün di mi? kitaplığımın yarısı cinayet romanlarıyla doludur. agatha'nın serisini tamamlamıştım daha lisedeyken.
çocukluk hayali savaş uçağı pilotu olmak olan bir benden bahsediyoruz. her kız çocuğunun hayali dansöz olmaktır arkadaş, savaş uçağı pilotu olmak da neyin nesi. a tamam ileri görüşlü insanım dansa yeteneksiz olacağımı o zamandan hissetmişim, tam bir kazuletim, ama genlerimi hesaba katmamışım. boyum tutmadı savaş uçağı pilotu da olamadım. halbuki ben türk yıldızlarından olacaktım. ay ben zaten küçükken abimin arkadaşlarını da döverdim. mahallede az çocuğun kafasını yarmadım sonuçta, korkarlardı benden.
bütün erkek muhabbetlerini bilirim. pornodan da konuşabilirim futboldan da. bütün yakın arkadaşlarım da erkektir zaten, 3 dakika içinde kankaya bağlayabilme potansiyelim vardır.
seni seviyorum diyen adama sen şimdi niye söyledin ki bunu demişliğim,
evlenelim bence diyene oldu canım görürsem söylerim demişliğim,
ben sana aşık olmuş olabilir miyim diyene de yoo ne alakası var demişliğim vardır.
aaa bi de yazılan aşk mektubunu ben bu şiiri hiç sevmem diyip yırtmışlığım vardır.
fotoğraf da saklamam eski aşklardan. yazdıklarımı da yok ederim. ilginçtir bu bloga dokunmuyorum. seviyorum sanki ben seni blog, hadi yine iyisin. ;)
bir zamanlar acaip aşk dolu dinlediğim şarkılarda şimdi göbek atabilirim.
bi de bu kadar aşk desem de, ben özümde aşk'a inanmam. aşkın psikolojik açıklamalarındansa biyolojik açıklamalarını daha geçerli görürüm.
ha aşkla ilgili çok güzel yazarım, orası apayrı bir konudur.
kebaba bayılırım. bibuçuk adana için her yemekten vazgeçebilirim. lahmacunu da severim ki ben. adana'lı olduğumu iki konuda kabul ederim, biri kıvanç biri kebap. ay bi de şey var, küfür. bazen öyle bir küfür ediyorum ki kendi kendime höst kızım yavaş ol diyorum. ama allah'tan bunu içimden söylüyorum.
bi de ben bazen yolda yürürken sesli düşünüyorum. sonra bunu fark edip hassiktir kızım kendi kendine konuşuyorsun diyorum.

öyle işte ya.
yazdıklarımı şöyle bi okudum da baya öküzüm ben aslında.
bi de kendimi biliyorum ya buna hastayım işte.

nisandan kalma bir gece var aklımda, oku bak.

puslu soğuk bir hava. hafif çiseleyen yağmur.
köprüdeymişiz. asyayı avrupaya bağlıyormuşuz.
saatlerce dolaşmış, aklımıza esen yere gitmiş, sağa mı sola mı diye sormuşuz her yol ayrımında. iç'imizi dinlemişiz. o ne derse onu yapmışız, sağ dediyse sağa kırmışız direksiyonu sol dediyse sola.
polis çevirmesine yakalanmış, arabayı kaptırmanın ucundan dönmüşüz. polis abi kıyak geçmiş bize. biz yeni sevgiliymişiz ne de olsa, yemek yiyecek yer arıyormuşuz. gençmişiz işte, kanımız kaynıyormuş.
dönmüş dolaşmış kürkçü dükkanında bulmuşuz kendimizi. caddebostan bibuçuk açmış kollarını bize. gece 12 olmuş ama mutfak son bir yemek daha hazırlayabilirmiş bizim için.
bana bi chef's burger bi de miller söyler misin, deyip tuvalete gitmişim. bu siparişimle onun da salata su menüsünü sabote etmişim farkında olmadan.
keyifliymişiz.
sohbet etmişiz uzun uzun.
her şeyden.
herkesten.
hayallerden bahsetmişiz birazcık da. ucundan kıyısından.
ben sevmem zaten hayallerimi anlatmayı.
hem o kim ki?
niye paylaşmışım ki onunla bunları?
nerden biliyormuş incir'i?
niye biliyormuş?
dinlemiş beni.
çok konuşanları sevmem aslında ben, demiş, bi de yavaş konuşanları. zaman kaybı gibi geliyor onlarla olmak. ama seninle olmayı seviyorum, seninle konuşmayı, seninle paylaşmayı.
iyi bir şeyler söyledi galiba, diye geçirmişim iç'imden.
üşümüşüm biraz. bahçede oturmuşuz, sigara içiyor çünkü.
keşke içmese demişim, yine iç'imden. zaten 37sinde öleceğine inanıyor, içmese keşke.
kalkmışız sonra, saat epey olmuş.
arabaya binmişiz.
radyoyu açmışız.
powerturk açık. bu aralar takmış zaten, ofiste çalışırken de hep powerturk dinliyor. iç'imden düşünmüşüm, evet.
diyorum ya iç'imizle yaşıyoruz biz o geceyi. hep iç'imizden geçiyor, iç'imizden söylüyoruz, iç'imizden düşünüyoruz.
köprüye yaklaşmışız ve puslu soğuk havayla karşılaşmışız.
her yer sis.
çok güzel demişim, ben böyle havaları çok severim.
ben sevmem demiş.
radyoda bu şarkı başlamış.
aa bak ahtapotlar demiş.
hayır demişim.
evet demiş.
ahtapotlar çıkmış gerçekten de.
ama bu akustik olan benim dediğim eski versiyonu demişim. ben bu şarkıyı senden önce biliyordum diye eklemişim.
bilmiyorsun, tanımadın bile şarkıyı demiş.
biliyorum demişim.
inatlaşmışız. biz her konuda inatlaşıyoruz ki zaten, hatta hala.
şarkıyı söylemeye başlamışız.
söylemişiz beraber.
sevmişiz biz bu şarkıyı, bizim olmuş sanki.
köprü bitmiş, sis dağılmış.
galata'ya gelmişiz.
ben onu öpmüşüm, evime doğru yürümeye başlamışım.
kule'ye adım adım yaklaşırken, yağmurla toprak yeni sevişmişken, mis gibi kokarken hava mırıldanmışım.

gömleğim beyaz olsun, sen seç kravatımı
eteğin kırmızı olsun açık bırak saçlarını...



şimdi bazen sarılıyoruz böyle. sarmaş dolaş oluyoruz. mutlu oluyoruz. sarmaş dolaş olduk diyorum. evet sevgilim, olduk diyor. ahtapotlar gibi diyorum iç'imden. iç'imden söylüyorum, çünkü o artık bu şarkıyı sevmiyor.

Kasım 12, 2012

ben zaten en çok aşurenin içindeki kurufasulyeleri severim.

-bazen geri dönerler
+ve bazen asla geri dönmezler
-bazen sırf dönebilmek için giderler
+bazen de kalmayı beceremediklerinden. onlar dönemez işte bak.
-bazen de dönmek istemezler zaten.
+amaan bazen dönseler de sen istemezsin zaten.
-her şeyin başı su.
+su önemli. suyun başı kimdeyse söz onun kızım ayağı denk almak lazım
-aşure de ne tuhaf tatlı. kurufasulye falan var içinde.
+sırf senin için aşure yapmak istiyorum. dr oetkerciğim yardım ederse bi de enerjim olursa bir gün.
-mmm ne severim ama. bi de o gece ne geceydi ama.
+öyle geceleri özledim yahu. yaparsam sevsen de sevmesen de o fasulyeleri tek tek yediririm adama bilirsin.
-her türlü yerim, bilirsin. bi de şey var, çılgın fırın poşetleri ve tavuklar.
+bozuk tavuklar. baya baya bozuk tavuklar. bkz. kedi bile yemedi.
-bi de şey var. dötyüdünde yalnıd gedzen yıldıdlar
+ooof off onu unutmuşum ya ben. m&m bağımlısı peltek şantör.
-aman unut gitsin. zaten binlerce yıllık insanlık tarihinde kıyamet kopmaya karar verse gelir bizi bulur.
+sevgiliyi yerler diye korkuyorum.


- görüyorsun dürüstlük ağır bastı yok canım bile diyemedim. ve hatta ama sempatik bile diyemedim.
+ aman seni de biliyoruz. denizi de gördük.
- hayatta standart sapma diye bir şey var.
# bakın bana bi standardım olmadığı için sapmam da olmuyor.


# ilkokuldayken resimli ingilizce sözlük aldırırlardı bize. hah bu o esnada staring'in sözlük karşılığıydı işte.


- euro euro olmaktan çıktı. para değerini kaybetti. bildiğin kokuyordu.
+ başlarda pofidik pofidikti. sonra düz taban oldu.


# bu yeşilli kimmiş ya? çok tuhaf duruyor.
- ?????
+ ?????
# kim ya?
- oha kızım, kızın sevgilisi o.
+, -, # puahahahhahahahahahah


- e bu bildiğin miss piggy!
# çiirrkiiiinnn.
+ ay evet evet evet evet. :))))


+ minimum 13 cm kızım. 18 cm'e kadar çıkıyor. bi de kesiyorlar. sonrasını sen düşün.
- e artık yandan yandan.
+ o fizik kurallarına aykırı.


# abi şehir dışından geldim. sen iki adım öteden gelemedin. sevişme? ön sevişme?
# ön sevişmeyse haber ver boşa beklemeyelim.
# baaakk ses yok.


+ the girl next door

- komşu to be


+ çocukta şeytan tüyü var, sevdiriyor kendini.
- sana esmer olsun yeter zaten.
+ yok her zaman değil. bak mesela bunun sevgilisini beğenmiyorum.


- abi iki kız fotoğraf koymuşuz, one like var. o da bu! o kadar mı yaşlandık lan?!


+yaa ben bu m&m'lerden istemiyordum ki. bunlar fıstıklı.
- senin kadar anlamıyorum kızım ben bu m&m'lerden. hangisinden istiyorsun.
+ bunlar fıstıklı.
- peanut yazıyor üzerinde, evet.
+ yer fıstığı işte.
- sağol arada ingilizce kelimeler de öğretiyorsun.
+ ya ben bunlardan istemiyordum ki.
- ay tamam hangisinden istiyorsun söyle. maldivlerden dönerken alırım.
+ bok.


işte tüm bu geyikleri kahkahalarla yapabildiğim arkadaşlarım var benim.
evet şanslıyım, kıskanabilirsiniz.

Kasım 05, 2012

cupid roma aşk tanrısı oluyor, bir çeşit eros işte.

sıradan, çirkin, çarpık şeyleri bile
aşk değiştirebilir, biçimli değerli kılabilir.
aşk gördüğünü gözleriyle değil, hayaliyle görür,
kanatlı cupid resimlerde işte bu yüzden kördür.
durup düşünme nedir, hiç bilmez aşk,
kanadı var gözü yoktur; bakmadan uçar gider.
aşk bir çocuktur derler ya, nedeni budur işte,
öyle çok yanılır ki yaptığı seçimlerde.
oyun oynayan çocukların ettiği yeminler gibi,
aşk uğruna yalan yere yeminler edilir her yerde.



* william yazmış böyle bir yaz gecesi rüyası'nda helena'nın ağzından.


Ekim 18, 2012

ben bazı cümleleri pek çok severim

Bazı arkadaşlar iyidir, her zaman yanınızdadır. Üzüntünüzde de sevincinizde de yanınızda olurlar.

Bazı arkadaşlar çok iyidir, ihtiyaç duyduğunuz her anda yanı başınızda biterler. Üzüldüğünüzde sizden çok üzülür, sevindiğinizde kahkahalarını sizinle yarıştırırlar.

Ama bazı arkadaşlar vardır ki, onlar bambaşkadırlar. İhtiyaç duymak doğru kelime değildir onlar için. Onlara ihtiyaç duymazsınız, çünkü siz ihtiyaç duymadan bunu hissederler bir şekilde ve yanınızdadırlar o anlarda. Öyle bir cümle kurarlar ki," ohaa duymak istediğim cümle buymuş" dersiniz. Rahatlarsınız, gülümsersiniz, kahkaha atarsınız, iyi ki var dersiniz.

Dün gece minik kozzy bana öyle bir cümle kurdu ki, daha çok gülemez daha çok mutlu olamazdım.
Basit bir cümleydi, komikti, hatta belki gereksizdi, ama ihtiyacım olandı.
İyi ki söyledi!!!

Ekim 02, 2012

benim sevgilim niye kitap okumayı sevmiyor yaa?

Bir sevgili daha neyin hayalini kurabilir, bir sahne mutluluğu ve huzuru daha ne kadar güzel tarif edebilir ki...



Eylül 24, 2012

oldu canıııım, görürsem söylerim.

Sabah sabah mailleri karıştırırken, eskilere bakarken; bu aralar da eskilere pek bi taktım hadi hayırlısı, çok eski bir şarkı çıktı karşıma. taa 10 yıl öncesinden. ilk aşık olduğum günden, ilk aşık olduğum adamdan. evet canım bingo, tek ayak üstünde onlarca yalan söylerken benim için bir tanecik bile yalan söylemeyen ilk sevgili var ya o işte, bildin!

can't take my eyes off of you!

"you're just too good to be true" ama ben burda bu adama bi siktir git derim. o zaman diyemedim ama şimdi çok güzel derim.

14 yaşındaysan, ilk kez aşk denen zokayı yuttuysan, karşında dünyanın o an için ennnnn yakışıklı adamı varsa (esmer olmasına rağmen yakışıklı çocuktu allah için), karnında kelebekler uçuşuyorsa, annene devamlı ondan bahsediyorsan, okul yolunda beraber yürüyorsan, beraber yürümek için o okul yolunu uzatıyorsan, ders boyunca yan yan bakışıyorsan, gözgöze geldiğinde kalbin ağzından fırlayacakmış gibi oluyorsa, yanlış mesajlar ona gidiyorsa, yanlış mesajlar sana geliyorsa, masa tenisi masasında aslında masa tenisi maçı yapmıyorsanız, o adama sana bu şarkıyı söylediği zaman siktir git diyemiyorsun. Aval aval, suratta aeaeaea diye otuziki dişin birden göründüğü yavşak bir sırıtmayla, mutluluktan artık yüz kasların ağrıyarak "canııııııımmmm" diye bakıyorsun. aşık oluyorsun. şarkıyı her dinlediğinde, o sana bu şarkıyı her söylediğinde (neyse ki bir kez söyledi) bir kez daha aşık oluyorsun. kanat takıp uçuyorsun. yükseliyorsun yükseliyorsun yükseliyorsun, sonra bi bakıyorsun sen baya bi uçmuşsun, ama adam yarı yolda kalmış. işi çıkmış gelememiş.
sonra geliyor diyor ki sana,
ben seni çok üzdüm, en çok da buna üzülüyorum zaten. yaşadığımız çok şey var, çok güzel şey var. lütfen benden nefret etme. fotoğrafımıza bak, can't take my eyes off of you'u söylediğimdeki gibi ol. öyle gülümse. hatıralarımda öyle kal.
sen de ona diyorsun ki,
peki.

(bu yüzdendir ki, "peki" benim kabullenişimdir. yapacak bir şeyimin, söyleyecek bir sözümün kalmadığı zamandır. üzüldüğümdür ama belli etmediğimdir. benim "peki"lerim kötüdür.)

ama aslında içinden geçen cümleler şunlar:
lan gerizekalı tanışalı epi topu 3 ay olmuş, çıkmaya başlayalı 3 gün. (ay evet o zamanlar "çıkmak" vardı, ne var, sanki sizde yoktu.) ne yaşamış olabiliriz, ne kadar güzel anımız olabilir. ne ara aşık olduk, ne ara çıktık, ne ara soğuduk, ne ara yaşadık, ne ara bitirdik biz bu ilişkiyi. allah belanı vermesin. kaç paralel evrende, kaç ayrı kafada yaşadın sen bu işi. ben 3 gün yaşamışken sen ne ara 33 güne çıktın. ayrıca hangi fotoğraftan bahsediyorsun sen, ben yediricem o fotoğrafı sana senin haberin yok. bi de gelmiş hala can't take my eyes off of you diyor ya.

işte o zaman adamın karşısına geçip tüm bunları söyleyemediğin için, sadece peki dediğin için; ilk aşkının ilk nefretine dönüşmesini izliyorsun sessizce. fonda da can't take my eyes off of you!

6 yıl boyunca nefret ettim ben bu şarkıdan. Hiç dinleyip ağlamadım, ama çok dinleyip çok üzüldüm. Bu sabah dinlediğimdeyse baya baya güldüm.

Sanırım, ilk aşkımla artık barıştığım o an, işte bu an!

Eylül 18, 2012

Ne yapacağım ben şimdi? İnsan aşık olunca ne yapar bilmiyorum ki.

ılık bir nisan sabahında gelip yanıma uzandı, ve sordu:
sence ben sana aşık olmuş olabilir miyim?
cevap verdim:
yooo, ne alakası var.

 

Eylül 17, 2012

hayatımdaki "tanımlanamayan cisim"

Hep söylerim bazı insanları fazla severim ben. Ama gerçekten fazla severim, öyle böyle değil. Sevgimle boğmak isterim. En güzel yüzümdür onların gördüğü hep. Gerçi birazdan bu yazıda bahsi geçecek olan arkadaş benim tersimin çok pis olduğunu da bilir. Kişi kendinden bilirmiş işi, hesabı.

Nasıl tanıştık pek hatırlamıyorum ama altı seneyi devirdik biz bu günlerde. Bu altı senede aldığımız yola bakarsan normal iki insanın arkadaşlığındaki onaltı seneye tekabül edebilir yaşananlar. Özet geçmeye çalışırsam,

En sıkıcı derslerimin en eğlenceli yanı oldu.
Yalnız gitme dedi benle adaya geldi.
Bisikletten düştüm elimden tutup kaldırdı.
Güneşin doğuşunu izlemek istiyorum dedim buz gibi havada tek bir sweatle sabaha kadar oturdu.
Tabu oyunlarımın asla vazgeçmeyeceğim ortağı oldu. (mustafa 1, mustafa 2, mustafa 3 bizim için 3 ayrı kelime demekti.)
İtalyanca öğrenmeye heves ettim benle kursa geldi.
Yaz aylarında ev arkadaşım oldu.
Beni saçlarıyla dövmeye kalkan kıza dansımla şiddet uygulayınca araya girdi.
Aşkı memnu izleyelim istedim benden iyi takipçisi oldu.
Bilgisayarım benden sıkılıp mavi ekran verdi defalarca, her seferinde ekranımı tekrar olması gereken rengine çevirdi.
Çakırkeyf oldum mikrofonu elime aldım, piyanonun başına geçti.
Sarhoş oldum taksimden mecidiyeköye yürüyeceğim diye tutturdum, kabullendi yanımda yürüdü.
İki sene sırılsıklam aşık olduğum adama baktı, sizden bi bok olmaz, dedi; bizden bi bok olmadı.
Film arşivini kullanımıma açtı, evime sığmazmış ondan bana veremedi. doğru mu? evet doğru. 1000lerce film 64 metrekare ev. zor tabii.
Final dönemi kahve istiyorum diye tweet attım, gecenin 1inde bana kahve aldı geldi.
Yanmış kurabiyelerimi süper olmuşlar diye yedi.
Fotoğraf makinası aldım sanatsal çalıştı.
Spagetti salata menüme her daim iştahla saldırdı.
Brokoli yemem ben diye oturup masaya bundan daha yok mu diye kalktı.
Fesleğenli makarna yaptığımı ve çok güzel olduğunu iddia etti, hiç hatırlamıyorum.
Bir kucak dolusu papatyayla, en sevdiğimdir, kapımı çaldı "senin sesin telefonda durgun mu geliyordu" diyerek içeri girdi.
"Tosut" çok farklı şeyler ifade etti ikimiz için. ben kek demek isterken o tavşan anladı mesela.
Bütün sweatleri aslında benimdi, sadece o farkında değildi. her kış sonu gelip benden alırdı mervişim mevsimi geçti artık giymezsin sen bunları diye.
Takım elbiselerini, hediyelerini, hatta bazı konulardaki kararlarını bile ben aldım.
Onun için 54 sayısının ifade ettiği anlamı bilen tek kişi oldum. Acaba 55 oldu mu ki?
Bak şekerim bu kızdan iş çıkmaz dedim, hak verdi, o kızdan iş çıkmadı.
Aynı dönemde ilişkilerimizde yaşadığımız güven problemini beraber çözdük, ulan biz kendimize ne kadar güveniyoruz ki diyerek.
Bana karşı sevgilimi korudu, çocuğa öküzlük yapıyorsun yapma dedi.
Ağlıyor, sence neden ağlıyor olabilir, diye sordu; o kadar mı kötü, diye sordum.
6 yıl önce papatya gibisinde ilk adımlarını öğrenmeye çalışırken karşısında kahkahalarla güldüm, 1 ay önce veda milongasında dans gösterisini hayranlıkla izledim.
music and lyrics soundtrackiyle yurt kapısına dayandığı günleri bilirim.
Annesi benim belgin teyzem oldu, ben de annesinin mervişi. ana oğul dünya üzerinde bana merviş demelerine uyuz olmadığım iki nadide insancık oldular.
Acıktım yemek yaptı.
Aklıma esti aradım hemen geldi.
Her organizayonuma katıldı.
Her çağrıma cevap verdi.
f1 tuşum oldu, help butonum oldu.
Sınırsız güvendiğim adam oldu.
Kimse olmasa o olur, dediğim adam oldu.
Arkadaş oldu.
Dost oldu.
Abi oldu.
Baba oldu.
Hiçbiri olmadı ya da aslında hepsinden biraz biraz oldu.
Hayatımdaki en canımın içi parça oldu.

Canımın içi, bir halt var gibi tuttu buenos aires'e gitti. Neyse ki  gitmeden dönüş biletini de aldı, ama taaaa mayısa.
Gitme dersen gitmem biliyorsun di mi, dedi. Git dedim. Ay ne var sanki gitme deseydim. Hayallerinin peşinden koşacaksın da nolucak, kal işte burda ben tango yaparım senle deseydim, ne vardı yani. Ama yok illa destek olucam, adam vazgeçtim gitmiyorum diye geldi, git git diye verdim gazı gönderdim.
Pişman mıyım? çok!
Döneyim mi istiyor musun dese, dön der miyim? demem!
Neden? Manyağım çünkü ben!


* gitmeden önce bir mail attı bana. "öyle özel öyle birtanesin ki bambaşka yerdesin hep. herkesten uzak, ama bana hep en yakında. kocaman kocaman sarılmak istedim şu an sana."
bu yazı da kocaman kocaman sarılmak istediği tüm zamanlarda okusun diye.

Eylül 16, 2012

vak vak donald duck

NR1 tv'deki 80ler temalı program beni benden aldı. Arkadaş, bir insan çıkan bütün şarkıları mı bilir, hepsine mi eşlik edebilme kapasitesine sahiptir. Bendeniz baya baya 90lar çocuğuyum halbuki. 80 döneminde portakalda vitamin bile değildim, o kadar yani. (kendimi biraz daha küçültürsem cebe sığabilirim bence. ay tamam 88 doğumluyum, 24 yaşındayım, eşşek kadar kız oldum.)

neyse, bodur tavuk her daim piliç deyip bu konuyu kapatıp tekrar 80lere dönelim. Ulan ben bu kadar şarkıyı nerden biliyorum, diye düşünürken "sertaç" diye bir ampul yandı kafamın yanında. lisedeki bilmem kaç dönem üstümden bir şahsı muhterem. playlistini bizim forumdan paylaşma inceliğini göstermişti kendisi, müzik arşivi dillere destandır ve kendisi birazcık 80ler takıntılıdır da.

brother louie, one way ticket, you are my heart you are my soul, dancing queen, big in japan, daddy cool, billie jean, hello, eye of the tiger, love me do....

sabah sabah güldüm bir sürü.
teşekkürler sertaç ve sertaç'ın 80ler takıntısı.



bu da sabah neşesi olsun benden blogseverlere.




* programın adı retrospektif'miş. şimdi reklam arasına girerken söylediler. iyiymiş güzelmiş denk gelinilirse izlenilebilirmiş. karpuz kabuğundan gemiler yaparmış.

Eylül 14, 2012

Hadi oyun oynayalım

Sevgilim işe başladı, yine yeni yeniden.
Oyunlar yapacak artık.
Şimdilik keyfi yerinde.
Keyfine keyif katsın diye, ilk gününde rengarenk macaronlar yolladım ona.
Çok mutlu olmuş.
Çok hoşuna gitmiş.
Çok beğenmiş.
Kızlar da bayılmış, öyle dedi.
Üzerinde küçük bir de not vardı:
"Keyifle oynayacağın bir oyun olsun."
Öyle olsun sevgilim, yeni oyunlarını keyifle oyna.

Eylül 13, 2012

Bir parça işsiziz de biz

Haftaiçi saçma bir saat olmasından yararlanıp ortaköy house cafe'de ilk kez iskelede yer bulmuş olmanın mutluluğu içinde oturmuş yemeğimin tadını çıkarıyorken, ben sıkıldım hadi eve gidip aşkı memnu izleyelim dedi. peki dedim. Arabadayken, ya ben eve gitmek istemiyorum hadi tatile gidelim dedi. peki dedim. (farkındayım benden beklenmeyecek kadar uyumluyum.) Ve çıktık yola.
Nereye gittiğimize dair bir fikrimiz yoktu. Bozcaada'ya doğru gidelim sıkılırsak yolda bir yer bulur orda kalırız dedik. Bozcaada bizden sıkıldı, biz ondan sıkılmadık. 2 haftada bir ordayız.
Neyse ki bu sefer durağımız İğneada oldu. 
Google maps'in bizi dağ tepe bayır dolaştırıp, aa bak siz köy nedir pek bilmiyorsunuz deyip yurdum köylerinin içinden tek tek geçirmesini saymazsak keyifli bir yolculuktu. Sevgili google, bize yaptırdığın zoraki köy turu esnasında baya baya köy kızı olduğum ortaya çıkmıştır, teşekkürü bir borç bilirim efenim.
Gördüğümüz ilk otelde olur bu olur, iyiymiş bu iyi söylemleriyle yerimizi ayırttık. Sonra da kendimizi açlıktan ölmeden, 3 saatlik yolu yaklaşık 5 saatte gittik de biz e bu bünye de acıkıyor haliyle, Liman restoran'a attık. Ortalamanın üzerinde denebilecek mezeler, lezzetli balıklar ve alıştığımız yeni rakıyla birkaç saat geçirdik. Konuşkan şirin bir sahibi vardı. Hakan'ı andırdı bana, kaybettiğimizi öğrendiğim günü hatırladım. Annem söylemek istememişti bana, ölümle aramın limoni olduğunu bilir ne de olsa. Kimin arası hoş ki demeyin, bendeki başka bir şey. İnkar aşamasını geçemedim hala, yok saymaya devam ediyorum.
Soğuk geceyi şort ve tshirtlerle azıcık titreyerek kapattık, ve çok güzel bir sabaha uyandık.
İğneada köy gibi bir yer. İnsanları sıcak, canayakın. Kumsalı uçsuz bucaksız. Denizi bildiğiniz karadeniz. 
Ama bir korfa koliba diye cafesi var ki, o cafenin öyle bir kahvaltısı var ki, hem o cafenin öyle çok sevimli sahipleri var ki, o sahiplerin elleriyle yaptığı bir böğürtlen reçeli var ki... iğneada'ya tekrar tekrar tekrar (evet defalarca tekrar) gitme sebebidir.
Tadı hala damağımda dediğim nadir kahvaltılardan. Her şeyin tadını net bir şekilde alabiliyorsunuz, çünkü hepsi organik, hepsi el yapımı. Ay şimdi olsa da yesek, dedirten cinsten. 
Gideyim de böğürtlen reçelinden bi parça yiyeyim bari, yapıp satıyorlarmış da kaçırır mıyız hiç hemen aldık.
Bu yazının yazılma sebebi de bu aslında. Eğer yolunuz iğneada'ya düşerse, ya da yolunuzu oraya çıkartmak isterseniz mutlaka Korfa Koliba'ya gidin ve kahvaltı edin.
Pişman olacağınızı hiç sanmıyorum.

Beni ondan daha çok sev

Beni ondan daha çok sev diye, dedi.

O pazar sabahı yeni tıraş olmuş elinde bir kucak dolusu beyaz papatyayla gelip beni öptüğünde söyledi.

En çok beni sev diye...
En çok beni özle diye...
Hayatındaki tek özel insan ben olayım diye...

Birini sevmek başka bir şey. Birine aşık olmak başka bir şey. Birisi için özel olmak, birisini kendin için özel hale getirmek başka bir şey.

Zor...

Ben olmaktan biz olmaya giden yolu adım adım arşınlamak...
Kalıplarla yaşamamak...
Biz'e özel bir şeyler yaratmak...
Aşk'ta tekrara düşmemek...
Aynı kelimelerle, aynı cümlelerle, aynı şarkılarla dillendirmemek...

Yapılır...

Aynı şekilde seslenilir. Aynı cümleler kurulur. Aynı şarkılar söylenir.

Bu ne eski sevgiliyle yaşananlara ihanettir, ne de yeni sevgiliyle yaşanacaklara haksızlık.
Bu sevgiyi uygulama biçimidir. Sevmeyi kimde öğrendiysen, kimden öğrendiysen onu tekrar tekrar yaşamaktır.

Hayatına giren herkes bir şekilde özeldir, mükemmeldir. Kalbinde yer açtığın herkes bir döneminde hayatının en özeli, en mükemmeli olmuştur.
Hiç kimseyi özlemediğim kadar çok özlüyorum seni, hiç kimseyi sevmediğim kadar çok seviyorum seni; demişsindir illa ki... Belki de sadece yazmışsındır.

Ben bencilimdir aşkta. Sevgimi gösterme biçimim fazla sadedir. Pek dillendirmem de. Sessiz, sakin, kendi içimde yaşarım.
Böyle öğrendim, böyle yaşadım.

Yine öyle yaşıyorum. Ama bu sefer fark katmaya çalışarak.

Aynı cümlelere yüklediğimiz farklı anlamlarla, aynı şarkılara yüklediğimiz farklı duygularla başladıysak da biz biz olmaya; bu sefer daha önce hiç kimseyi sevmediğimiz gibi sevmek istiyoruz birbirimizi.
Ben sessiz sakin yaşamak istemiyorum bu sefer, onun heyecanına aynı heyecanla onun tutkusuna aynı tutkuyla cevap vermek istiyorum.
Duyduğum sevgi cümlelerine yeni cümleler kurayım istiyorum.
Ondan gelen sarı lalelere, beyaz papatyalara, somon rengi güllere, kırmızı goncalara benden giden renkli macaronlar olsun istiyorum.

En azından, deniyorum!!!




* Bu cümleleri blogumu okuduktan sonra kurdu sevgilim, bir daha okumayacağım da dedi. Ondan böyle rahat rahat yazıyorum ben de. Hem o günden beri radyoda bu şarkı her çıktığında değiştiriyoruz ki biz.

Eylül 08, 2012

öptüm, kib, görüşürüz.

aptalsın'dan sonra sıra bunda.



Ağustos 24, 2012

çilekli turta kokusuyla gelirdi bu şarkı hep

aşk, en çok sevilen değildir. en iyi anlaştığın da değildir. akılla alakası yoktur.
aşk; günahtır, yasaktır, ayıptır, hırsızdır, ahlaksızdır. sizi siz olmaktan çıkaran şeydir.
happy together fon müziği değildir. 



**  #21466074 

Temmuz 25, 2012

bugün her yer aşk!


Bir bi'buçuk gecesiyle hayatıma giren adam,
Yanında adını bile bilmediğim shotları ardı ardına içtiğim adam,
Daha ilk gecede öpsem mi acaba diye düşündüğüm adam,
Elimi tuttuğunda bırakmadığım adam,
Benimle birlikte onlarca metre havaya fırlatılan adam,
Sabaha kadar dans ettiğim adam,
Bir sabah kendimi bolu’da birlikte kahvaltı yaparken bulduğum adam,
Seviyorum diye bana bademli dondurma arayan adam,
Korku filmi izleyip korkmadığım adam,
Karanlık sokaklarda koşup öpüştüğüm adam,
Ara katlarda buluştuğum adam,
Her gittiğimiz yerden birlikte magnet topladığım adam,
Buz gibi suda sarmaş dolaş ısınmak istediğim adam,
Sarı lalelerle bir hayali gerçek eden adam,
Papatyalarla pazar sabahlarımı beyaza boyayan adam,
Vazgeçmek istediğim ama vazgeçemediğim adam,
Beni en çok sinirlendiren ama hiç kızamadığım adam,
Beni en çok kıran ama bir türlü kırılamadığım adam,
Yanında en çok gerildiğim ama bir o kadar da rahatladığım adam,
Sarılmasıyla kendimi güvende hissettiğim adam,
Öpücükleriyle başımı döndüren adam,
İyi ki kandırmış beni dediğim adam,
En çok anı biriktirdiğim, en çok anı biriktirmek istediğim adam,
Varlığıyla ayaklarımı yerden kesen adam,
Kendimce çok sevdiğim adam,
İyi ki doğdun!
İyi ki hayatıma girdin!

Haziran 08, 2012

Severim ben beni

Madonna'ya baktım ve o'na dönüp "kadın taaşşş gibi" dedim. "Sen de taş gibisin tatlım" dedi. "evet çakıl taşı" dedim. İnsanın kendini bilmesi güzel şey canıııımm...

Şubat 20, 2012

bu da benim manyaklığımdan

evimin lokasyonu galata'yken, enerji patlaması yaşarken, içimden bangır bangır şarkı söylemek hoplaya zıplaya dans etmek gelirken, oturduğum yerde oturamazken; hazırlanmaya üşeniyor dışarı çıkmıyorum. ama product create etmeye üşenmiyor çalışıyorum. neden? manyağım çünkü ben!

neyse gideyim de bir sanat filmi izleyeyim uykum gelir uyurum belki.

Şubat 19, 2012

yakın arkadaş her zaman bu kadar yakın olmamalı

sabah kahvaltısına deneysel bir tost yapmaya çalışan gülbik ve salondan duruma müdahale etmeye çalışan ben arasındaki konuşmalar:
gülbik: krem peynirle yapıyorum, ama bunun içine kaşar, örgü peyniri falan da koymak gerekiyordu.
ben: kaşar var evde.
gülbik: yok
ben: var
gülbik: tostun içine girerim diyorsan gel buyur canım
ben: allah belanı versin gülbik.

Şubat 12, 2012

ben cevabımı aldım

bu aralar hayatıma biraz fazla dahil olan bir arkadaşla ilgili, en yakın arkadaşımın yorumu:
"birine aşık olmak için ben bu adama hayatta aşık olmam deyip beklemek gerekiyormuş, bir yerde okudum."
e ben cevabımı aldım, fazlasına ne gerek var.

Şubat 09, 2012

ölüm, keşke olmasan!

keşke olmasan, keşke bu kadar çok can yakmasan.

Ocak 22, 2012

var bende bir bozukluk

"hastayım ben, dışarı çıkmasam daha iyi" deyip ekmeye çalıştığım canım arkadaşlarım "e öyle madem biz sana gelelim" dediler, ellerinde şarapları pizzaları kapımı çaldılar. e ben de açtım mecburen. (biliyorum okuyorsunuz, veeee bu yüzden, şaka yaptım!)

aslında bu haftasonu için planım yalnız kalıp düşünmekti. hayatımda olup bitenleri gözden geçirmekti. haftaya inanılmaz mutlu başlamışken bu kadar mutsuz bitirmek sadece bana mahsus bir durum muydu yoksa normal insanların da başına geliyor muydu; buna bir cevap bulmalıydım. ay evet biliyorum, öyle oturup depreşip düşünmekle cevap bulunmuyor, bulunsa da bulunan o cevaptan pek hayır gelmiyor. ama olsun bu haftasonu depresyon dehlizlerinde boğulacaktım ben.

olmadı tabii, sevgili sarıdal, bilgin ve yıldırım üçlüsü basınca evi daha çok gülme krizlerinde boğulduk hep beraber. oynanan oyunlar, bakılan fallar, yapılan dedikodular ve içilen sağa sola saçılan şaraplardan sonra konu, nasıl başardık bilmiyorum, kendimi beğenmişliğime, yüksek egoma, küstahlığıma, şımarıklığıma, bakışlarıma, karakterime geldi. neyse ki arkadaşlarım kendilerinin de benim gibi olduklarını söyleyip, gerçekten öyleler, beni biraz rahatlattılar. bu açıdan bakınca da ne kötü bir arkadaş grubuyuz biz.

etrafımdaki insanların, aslında sadece bir kişinin, söylediklerinden yola çıkarak kendimi yorumlattım. bildiklerimden başka değildi duyduklarım. bkz kendini beğenmişlik, yüksek ego, küstahlık, duygularını saklayamama, biraz fazla saydam olma.

dünyaya çok geniş bakıyorum, evet. niye hayallerimi kısıtlayayım ki, hayal ettikçe yaşamıyor muyum?
hayatta istediklerimin olması için benim onları istemem yeterli, çünkü ben gerçek olmaları için elimden gelenin çok çok fazlasını yapıyorum.
her şeyi bildiğimi mi sanıyorum? hayır! ben sadece kendimi biliyorum. sınırlarımı biliyorum, istediğimde sınırsız olabildiğimi biliyorum.
asosyal miyim? değilim, insanlarla birarada olmayı seviyorum. ama en başında değil, biraz zaman alıyor muhabbete girmem. ve evet, kendime ait alanım olsun istiyorum, sadece kendime ayırdığım bir zaman. sokak sokak dolaşıp fotoğraf çektiğim koca bir gün, ya da öylece pencerenin pervazına oturup bir fincan kahve içtiğim 10 15 dakika.
şımarığım. beni pamuklara sarıp sarmalayan bir ailem var. sevgisiyle boğan annem var. 23 yaşındaki bana "tatilde geldiğinde beraber uçururuz" diye düşünüp kocaman bir uçurtma yapan babam var. bana asla hayır diyemeyen abim var. "kendini üzmeyecek kadar değerlisin" diyen arkadaşlarım var. bir gülümsemem için yapmadık şaklabanlık bırakmayan arkadaşlarım var. gecenin şu saatine kadar sırf biraz rahatlayayım diye aynı cümleleri defalarca kurup yorulmayan arkadaşlarım var.
inatçıyım. dediğim dedik bir adamım. böyle dedim bundan dönmem diyenim. hatta avam tabirle tükürdüğümü yalamam diyenim.
saydamım. duygularımı saklayamıyorum. sinirleniyorum, öfkeleniyorum. ama bir o kadar da çabuk unutuyorum olan biteni. kızdığımdan daha hızlı mutlu oluyorum, bir fincan kahveyle, bir parça çikolatayla, defterimin arasına bırakılan bir notla, ya da ufacık bir gülümsemeyle.
fazla yüksek bir egoya sahibim. zaman zaman küstahlaşabiliyorum. empatiden nasibini almamış yorumlarda bulunabiliyorum. fazla konuşuyorum. bakışlarımı kontrol edemiyorum. ikiyüzlü davranamıyorum. yüzüne gülüp arkasından saydıramıyorum. bazılarını fazla önemsiyorum, bazılarına gereken özeni gösteremiyorum.

ben buyum!
ne bir eksik ne bir fazla.
değişir miyim? bilmiyorum.
değişmek istiyor muyum? sanmıyorum.

Ocak 17, 2012

ve evet, ben bu postu işyerinde yazıyorum!

kulaklıktan teoman'ın sesi geliyor; belki önümüz yaz gideriz bir yerlere belki dans edersin kumsalda yalnız tek başına.
içimden geçiriyorum, ayy yaz gelsin de bir yerlere gidelim uzun uzun tatil yapalım. sonra aklıma geliyor, ben artık öğrenci değilim. ve ister istemez o tepkiyi veriyorum: hassiktir!

Ocak 15, 2012

adı yasak kelimeydi yılbaşında

Bu aralar ben mi çok duygusalım, yoksa etrafımda beni fazlasıyla şanslı kılan insanlar mı var pek anlamış değilim. Ne zaman yazmak istesem hayatıma değer katanlar geliyor aklıma; ailem, abim, arkadaşlarım, patronum. Şanslıyım, evet.

Bazılarının hayatıma nasıl girdiğini anlamıyorum, açık bir kapı bulup sızıveriyorlar içeriye. Sızmasınlar diye uğraşıyorum aslında ben. Hele bazılarını baya baya zorluyorum. Ama bu yazıya mevzubahis olacak şahsiyet en az benim kadar inatçı çıktı, vazgeçmedi. Facebooktan uğraştı, twitterdan uğraştı, mirkelam'dan girdi arman hoca'nın odasından çıktı. İyi ki de çıktı. 

Çok eski değil arkadaşlığımız, 1 yıl oldu olmadı. O bu durumu bizim genel halimize, yumurtanın kapıya dayanmasını bekleme alışkanlığımıza bağlıyor. Mezun olmamıza epi topu 5 ay kalmışken bulduk birbirimizi, biraz zorunluluktan biraz sosyallikten. İlk defa itiraf ediyorum bunu, biraz önyargılıydım ona karşı ben; sosyallikten ölecekmiş gibi geliyordu, herkesi tanıyordu herkesle arkadaştı. E ben asosyal olunca garip geliyordu tabii ki bu bana. (şaka lan şaka, ben de çok sosyalim aslında.)

Uzun lafın kısası, bu hatun geldi girdi hayatıma, o da yetmiyormuş gibi tam merkezine kuruldu. Hadi etiler'e kahve içmeye gidelim, hadi arnavutköy'e yürüyelim, hadi bebek'e inelim, hadi taksim'e çıkalım, hadi manzara, hadi petek, hadi çatı, hadi hadi hadi hadi hadi hadi derken hafta 7 biz 8 gün görüşür olduk. Görüşmenin de ötesinde hayatlarımızı, hayallerimizi, düş kırıklıklarımızı paylaşır olduk. Güldük, güldük, güldük.

Ben bugün ağladım, ve aklıma gelen ilk isim oldu o. Arasam, iyi bir şeyler söylese, gülsem, mutlu olsam diye geçirdim içimden. O anda o aradı. Rüyasında görmüş beni, anlattı, kahkahalarla güldüm, mutlu oldum.

Sevgili Sarıdal, bu yazı sanaydı şekerim. Bu blogun en sıkı takipçisi sensin biliyorum, hatta o kadar ki yıllar önceki maillere ulaşıp 2008 mayısında girdiğimiz finalin hangi dersin finali olduğunu bulmaya çalışacak kadar. Bak bir ipucu daha verdim, hadi yine iyisin. :)

Ocak 13, 2012

Bazıları da iş hayatıma değer katar...

İşe başlayalı 6 hafta oldu. İyimser bir tahminle, resmi kayıtlara göre (yanlış bir kaynak kullanmadıysam) 58 yaşında emekli olacağımı düşünürsek daha 35 sene corporate life sınırları içerisinde olacağım. Tanrım, lütfen birisi bana yanlış kaynak kullandığımı söylesin.
Koskoca 35 sene. Ups, çok korkunç. Yok yok ben zengin bir koca bulup mal mülk para ne varsa üzerime geçirtmeliyim. bkz. iş hayatından korkan bıdık tribi.

Efenim, hayatın her alanı problemlidir de bu iş hayatı hiç çekilir dert değil aslında. Kiminin evcilik oyunlarına denk gelirsin kiminin ego tatminine alet olursun. Kimi gerizekalının önde gidenidir de acırsın onlara "yazık, yok ki bunda beyin. ne yapsın neyi kullansın" falan dersin. kameraya bakıp mikrofona "attım hafizaya, beyin bedava" diyen şahsı muhtereme hak verirsin. sinir krizi geçirirsin, sinir krizi geçirttirilirsin. sabrının sınırlarının aslında ne kadar da geniş olduğunu fark edersin. sabır taşı olsan çatlamayacağın tutar. Mevlana'nın "gel ne olursan ol gel" sözünü motton ilan edersin de "abi herkes gelsin o kalsın" dersin.

Ama sonra, biri gelir "hadi langırt oynayalım" der hadi dersin. biri "türk kahvesi yapıyorum isteyen?" der beeen diye zıplarsın. biri "sana bir link attım izlesene" der izler kahkahalarla gülersin. biri "boğazın ağrıyordu al sana pastil getirdim" der boğaz ağrını unutuverirsin. biri masana bir not yazar baktıkça gülümsersin. biri en yorgun olduğun anda bir çikolata uzatır enerji doluverirsin. biri gelir "kahve içer misin?" diye sorar mutlu olursun.

Neyse ki, iş hayatıma da değer katan birileri var. :)


p.s. bu da bu sabahın şarkısı olsun.

Ocak 09, 2012

Bazıları hayatıma değer katar...

Benim hayatımda fazlasıyla değerli insanlar vardır. Neden bilmiyorum, ben onları haddinden fazla severim. Hani "öl dese ölürüm" derler ya, o derece severim. Pamuklara sarıp sarmalamak isterim. Hep yanımda olsunlar hiç gitmesinler isterim. Bütün şımarıklıklarımı yaparım onlara. En güzel yüzümü onlar görür hep. En kıymetlimdirler, en canımdırlar, en canımın içidirler.

Ben bu gece onlardan biriyleydim. Prag'dan uçtu geldi, yanıma kondu. Özlemişim, çok çok çoook! 3 ay önce giderken sarılıp "bir süre için beni son kez 3 boyutlu görüyorsun iyi sarıl" demişti. O zaman da kocaman sarılmıştım, bu akşam da kocaman sarıldım.

Konuştu dinledim, konuştum dinledi. Sonra ben gene konuştum o gene dinledi. Hep böyle oluyor zaten ben konuşuyorum o dinliyor, yavrum arada birkaç cümle kuruyor ben fırsat verdikçe. Ama seviyor o da beni, biliyorum.

Ben bu gece gerçekten çok mutluydum. Daha da mutlu olamazdım. Al bak bu da katmerli mutluluğun ispatı:

Ocak 03, 2012

biz bu kafayla 2013'e kadar gideriz

yılbaşı kutlamaları benim için oldum olası konuşulması büyük kendisi küçük olaylar olmuştur. 1 ay önceden başlarım bu sene ne yapıyoruz geyiğine. ve hep o gece satarım bütün planları. evde sevdiğim birkaç kişiyle girerim yeni gelen seneye.

bu sene de aynı şekilde başladı. ne yapalım, nerede kutlayalım, kimlerle olalım. malum grubun organizasyon gurusu seçildiğim için bu planı da bana yıkmaya çalıştılar. ama maalesef ki kurumsal bıdık bu durumla ilgilenemedi, planların şekillendiği saatlerde, günlerde, gecelerde o sisteme ürün yüklemekle meşguldü. yoğun iş hayatı beni ziyadesiyle içine çektiği için plan sağdan soldan gelen fikirlerle yapıldı. toparlamak yine bana düştü.

dışarıya gidip eşşek yüküyle para ödemeyelim evde kutlayalım, ama aramızdan birinin evini de piç etmeyelim biz en iyisi bir ev tutalım dedik, ve anthill residence'tan 2+1 bir daire kiraladık. fırsat sitelerindeki her fırsatı dibine kadar kullanıp meze paketleri aldık, hindi söyledik, çikolata tatlı meyve ne bulduysak topladık.

14 kişinin katılımıyla saat 5 gibi başladık. derdimiz neyse. evi kiraladık o kadar para verdik sömürelim mi dedik ne dediysek artık saat 6'da biz yemek masasındaydık. her gelen "açım lan ben" diye geldi. e 6'da içmeye başlayınca üstüne bir de apti oynayınca gece 12'ye pek ayık girdiğimiz söylenemez. o saatlerde aramızda 2013e gireceğimizi iddia eden bile vardı.

saat12'ye doğru böyle bir hareketlenme oldu bizde. fotoğraf falan çekeceğiz ya ben bir rujumu tazeleyeyim diye banyoya gidip dönen ben bir sigara içeyim diye aşağıya inip çıkan herkes yok artık tepkisi verdi. biz 41. kattaydık muhteşem bir boğaz manzaramız vardı ve istediğimiz boğazdaki havai fişek gösterisini izlemekti, ama tam da 12'ye 5 kala sis çöktü. ve hiçbir şey göremedik. saat 12'yi 5 geçe de açıldı sis.

havai fişekleri izleyemedik ama bizim için asıl eğlence o saatten sonra başladı. kafayı bulanlar tam buldu geri kalanlar çakırkeyf oldu ve şamata başladı. elinde viskisiyle iskoç aksanında konuşanları mı ararsın, popo sallayıp sen benim canım sen kara sevdalım diye şarkı söyleyene mi ararsın. özel telefon konuşması yapmaya çalışıp yapamayanı mı, yoksa ııyykk çorapların kokuyor diye ortalığı yıkan iki arkadaşı mı. bir de sevişgen çiftlerimiz vardı, bir de çift olmaya çalışan sevişgen tiplerimiz. tek kişilik yatakta 4 kişi yatmaya çalıştığımız bir an var mesela. "pencere açıcam ben ya" diye çıldıran bir adet de klostrofobik bendenizden vardı pek tabii.

saat 5 sularında uyuyup, saat 9 sularında uyanıp elimde kahvemle mama kıvamında oda oda dolaşıp milleti uyandırdım, bir organizasyon dehası bir küçük diktatör olarak ortalığın toparlanması görevini millete pay ettim ben de kahvemin keyfini çıkardım.

2012 keyifle geldi, keyifle sürsün.
bu sene hayat bu yazıya yolu düşen herkese güzel olsun.