Kasım 13, 2016

adana'lı bir kızın aşık oluşu

nerden geldi aklıma bilmiyorum ama bir anda çıktı geldi işte. gülümseten anılar. gülümsettiler.

ben sevgiliye bir kebapçıda aşık olmuştum. :)
ilk görüşte aşk değildi ama bir bakışta aşktı. (ilk gördüğümde de göz koymuştum gerçi ben ona.)

bakırköy'de hipodromun oralarda bir kendin pişir kendin ye'ci var. ismi hanedan mıydı haznedar mıydı neydi, bir türlü öğrenemedim.
"sadece arkadaş" olduğumuz bir günde, bütün günü birlikte geçirdikten sonra benim iki şapsik arkadaşım salaş bir yerde rakı içmek isteyince kuruçeşme'den kalkıp bakırköy'e götürmüştü bizi.
içeriye girdik, çok kalabalık değildi. etleri seçtik, mezeleri söyledik bir de 50'lik açtırdık.
ben mangalın başına geçtim. o karşıma oturdu. birlikte biberleri, domatesleri, etleri pişirdik.
masada 3 kız, hem de hiç susmayan 3 kız. bir de o. sohbet muhabbet, gırgır şamata.
sonra bir an geldi, ben konuşuyordum, dönüp ona baktım ve biz göz göze geldik. beni seyrediyordu
bana o kadar güzel bakıyordu ki, ama o kadar güzel bakıyordu ki, ben ona o anda, orda aşık oldum. hem de çok aşık oldum. o andan beri de aşığım.

iyi ki gitmişiz o gün oraya.

ruhum da bedenim de adanalı. genetik kodlarım da var. elimde değil. kebap pişiren sevgili en sevdiğim. :)

son söz: yazarken devamlı güldüm, arada kendi kendime minik kahkahalar bile attım. şarkının da etkisi vardır belki. siz de okurken dinleseniz belki siz de gülümsersiniz.

Ağustos 17, 2016

çarşamba sabahı 9.53 postu

ben hiç kinci bir insan değildim. en çok bunu severdim kendimle ilgili. ne olursa olsun insanlara kin beslemiyorum ne güzel, derdim.

ama az önce konuşurken gördüm ki ben de kin beslemişim, farkında bile olmadan. her şeyi unutabilirmişim de babam hastanede yatarken, ameliyata hazırlanırken işten beklenen bir rapor için "hastanedeyim şimdi yapamayacağım" dediğimde "sorun değil gece hazırlar gönderirsin" dediklerini asla unutamayacakmışım.

şimdi beni iş hayatında da güzel insanlar olduğuna kim inandıracak?

Ağustos 09, 2016

hep diyorum, kronik mutsuzluk diye bir şey var!

bu aralar herkese her şeye sarasım var.

haftasonu 3 gün 3 gece ağlayacak bir şey buldum. cuma gecesi kurki ile konuşurken özledim diye ağladım, sonra izlediğim dizi çok saçma bitti ona ağladım. cumartesi gecesi abim deniz'i okuyup bitirdim ve gece 2de deniz öldü diye ağladım. gündüz de çalışmak istemiyorum diye ağlamıştım. pazar gecesi sıkıntıdan patlayıp romantik komedi boş beleş türk filmi izleyeyim deyip önce dünyanın en güzel kokusu'nu ardından da delibal'ı izledim. ikisi de komedi değil dram çıktı - burası spoiler içerir- başrol karakterleri öldü. oturup ona ağladım.
çok gereksiz bir haftasonuydu sanırsam.

bu gece de müzik dinleyeyim dedim, 90lar takılırken kenan doğulu'nun gelinim'ine denk geldim. ona sardım. nasıl egosantrik bir şarkı arkadaş bu.

gülüşümü hak ettin sevgime layıksın artık diye başlıyor şarkı. aslında ooouuveeyayiyeyiiyee diye saçma bir şekilde başlıyor ama ben orası hiç yokmuş gibi davranıyorum. devamında da güneşimi hak ettin sevgime layıksın diyor. nasıl bir egodur, nasıl bir kendini beğenmektir, nasıl bir kendini dev aynasında görmektir bu. hasiktir ordan derler adama bizim oralarda. (adana'lıyım kardeş ben, valla derler.)

ayrıca gelinim ne bee!! o ne öyle, namusum de istersen. hatta gel bir de alnımdan öp, tam olsun. arabesk ve kıro karışımını tam 12den vurmuş. tam bir fiyasko. sevgilim'in, tatlım'ın suyu mu çıktı? bebeğim bile olabilir bir noktada ama gelinim, ı-ıh olmamış, olmaz, olabilemez.

bir de arada davul zurna giriyor. halay çekelim diye olduğunu düşündüm. düğün şarkısı gibi düşünüp yapmış galiba kenancığım. o kısmına hiç anlam veremedim. at gitsin

bir de, tarkancığımın selam ver'i vardır, efsanedir, kendisine olan sevgimi ayrı bir yazıda aktaracağım. sarcasm yok, gerçekten sevgi. hatta şu an 4.kez dinliyorum.

kısacası efem, bitmeyen pms yapmışlar, yaşıyorum!

Mayıs 17, 2016

4.

hem tam 4, hem de tam 71 oldu.

17.05.2016

Ocak 08, 2016

Life's not fair. Deal with it!

normalde bloga konuşurum, okuyucuya değil. ama bu sefer sana yazıyorum okuyucu, dikkatle oku.

kurumsal hayat zırvalığından bahsedeceğim sana, kurumsallığın aslında saçmalamanın daniskası olduğundan. çok zeki olmana gerek olmadığından, ufak tefek ayak oyunları ile neler yapabileceğinden.

bak şimdi başlıyorum anlatmaya nasıl kurumsal olunuyor, öğren sen de. bir gün bir yerde illa ki işine yarar.

1- iş bilmeyeceksin. ama o kadar güzel biliyor gibi davranacaksın ki herkes buna inanacak. kendini satmayı bileceksin, yani amiyane tabirle kendi kendinin pezevengi olacaksın. bu ilk kural. iş görüşmesinde bunu yapıp kendini pahalıya sattın mı (bak pahalı olman önemli, ucuza gidersen kimse değer vermez), gerisi kendiliğinden gelir zaten.

2- hep çok yoğun olacaksın. yoğun olmasan da çok yoğun olacaksın. yoğunmuş gibi davranacaksın.

3- o kadar yoğun olacaksın ki, maillerine ancak akşam 7den sonra cevap verebileceksin. istersen gün içinde mailleri yazıp drafta kaydedip akşam 7'den sonra göndermeye de başlayabilirsin. ama mail gönderimlerinin arasına süre koy ki çalışıyorsun sansınlar. özellikle analiz ve rapor maillerini geç göndereceksin. o daha sükseli.

4- gün içindeki yoğunluğunu sağlamak için ota boka her şeye toplantı ayarlayacaksın. ekibindeki adamla ufak bir rapor hakkında konuşmak için bile meeting request atacaksın. şirket dışındaki toplantılarının hemen arkasına şirket içi toplantı ayarlayacaksın, o toplantıya yetişemeyecek devamlı erteleyeceksin. böylece bir toplantı, calender'ında 3 hatta 5 ayrı zaman dilimini dolduracak. önemli olan outlook calender'ının hep dolu gözükmesi. bu işin raconu bu.

5- brainstorming yapacaksın. önce ekip içinde konuşacaksın, sonra birlikte çalıştığın ekiplerle konuşacaksın, sonra da üst yönetimle konuşacaksın. sadece konuşman bile en az bir hafta sürecek. yani 1 hafta boyunca hiçbir aksiyon alamayacaksın. ama olsun, sonuçta brainstorming yaptın. hem her brainstorming bir toplantı. bir tasla iki kuş. hadi yine iyisin.

6- mail yazıp 3 cümleyle anlatıp sonuçlandıracağın şeyleri böyle kısa yoldan yapmayacaksın. ne o öyle, maille sorun çözülüp aksiyon mu alınırmış. önce bir sunum hazırlayacaksın, sonra o sunumu bir toplantı set edip ekiplere anlatacaksın. o toplantıda çıkan aksiyonları takip etmek için 3 gün sonraya bir toplantı daha set edeceksin. sunum, toplantı, aksiyon, sunum, toplantı. circle'a girdin, burdan yürü git.

7- dünyanın en basit raporuna açıp kendin bakmayacak, hemen bir mail atıp bunu ekipteki başka birinden isteyeceksin. senin bütün account'lara, tool'lara erişiminin olması açıp bakacağın anlamına gelmiyor. nasıl çalıştığı ile ilgili hiçbir fikrinin olmadığı tool'larla ilgili ahkam keseceksin. boşver, zaten kimse neyin ne işe yaradığını bilmiyor. senin bilmediğini de anlamazlar. baktın anlıyor gibiler, cümleleri karıştır konuyu değiştir.

8- eğer yönetici olursan ekibinle her hafta 1 to 1 toplantı yapacaksın. asla ekibe genel bir bilgilendirme yapmayacaksın. gerek yok. her şeyi öğrenip ne yapacaklar sanki. aman dikkat, aralarında senin yerine göz dikenler olabilir.

9- eyvah, hiç toplantının olmadığı bir gün! sıkma canını, onun da çözümü var. kapan bir odaya tek başına, çok önemli odaklanman gereken işlerle ilgileniyormuşsun gibi davran. bilgisayar ekranının başkaları tarafından görülmeyeceğinden emin ol. sonuçta sen orda çalışıyor imajı çiziyorsun, kimsenin magazin / spor sitelerinde dolaştığını görmesini istemezsin.

10- şimdi geldik en önemlilerinden birine; hiyerarşi! senin üstündekilere yaranacak, senin altındakileri küçümseyeceksin. ama bunu çok göze batmadan yapacaksın. herkesle iyiymiş gibi görünüp hiçbiri ile iyi olmayacaksın. yüzlerine gülüp arkalarından kuyularını kazacaksın. kaygan zeminlerde hareket etmeyi bileceksin ey beyaz yakalı.

11- kimseye ama kimseye güvenmeyeceksin! ne olursa olsun, ne derlerse desinler, güvenmeyeceksin. güvenirsen sıçarsın.

12- bu, last but  not least dediklerinden. hayat eşit değil, iş hayatı asla değil. çok çalışman, şirkettekilerin çoğundan daha akıllı olman, çırpınıp durman; o gerizekalı ama patronun arkadaşı olan adamdan daha iyi yapmayacak seni. sen rapor ya da sunum yetiştirmek için bir yerlerini yırtarken o haftasonu kayak yapmaya nereye gitsek diye plan yapacak. bir de soyadı meselesi var ki, ona hiç girmeyelim. göreceksin ki soyadı olmadan bir bardak su bile bulamayacak olan insanlarla dolu hayat. alışman lazım, dedim sana hayat adil değil.


ey okuyucu; iş hayatında 4. yılını geçtiğimiz ay doldurmuş ve bu süre zarfında en corporate'ından en start-up'ına 5 şirket görmüş bir insan evladı olarak söylüyorum, siktir et iş hayatını. kalabildiğin kadar özgür kal, olabildiğin kadar mutlu ol, yapabildiğin kadar tadını çıkar hayatın. bir kere kaçırdın mı o treni, tekrar yakalamaya yürek gerekiyor.

dilerim ki, koccaman yüreklerimiz olsun.