Mayıs 31, 2011

evet, bu şarkı benim içimi ısıttı

loan management'la boğuştum şu sıralarda içimi ısıtan şarkı.

yasmin levy-y tu y yo subimos al cielo

çalışkanım ben aslında

dört beş gündür hep kütüphanedeyim. uyanıyorum, hazırlanıp çıkıyor kütüphaneye geliyorum. evet cuma günü iki tane finalim var, o güne yetişmesi gereken bir adet de banka analizi projem var. ama benim mütemadiyen kütüphanede olmam bunlardan değil. tek sebep 3 gün sonra "unofficially graduated" olacak olmam.
ve daha gitmeden burayı çok özlemiş olmam. kütüphanenin havasını, akustiğini, at gözlüklü masalarını... en çok da kütüphane önü muhabbetlerini. sigara içmesem de sigara molası verip insanlarla sohbet etmeyi. hadi kahve içelim, siz de acıktınız mı ya, geçen senenin soruları mı bunlar, a-a bunlar birlikte miymiş... ve daha niceleri...
işte ben hep bu yüzden hep buralardayım. adam gibi çalışsam 2 saatte bitecek olan analizi 4 günde tamamlayabilmiş olmam da bu yüzden. house'un son 2 bölümünü kütüphanede izlemiş olmam da bu yüzden. bu yazıyı burda yazıyor olmam da hep bu yüzden.
gelirseniz ben hala buralardayım.
beklerim.

Mayıs 29, 2011

umut fakirin ekmeğidir

hani bazı kadınlar güzelliği yeniden tanımlıyor ya beren gibi çok kıskanıyorum. hani bazı kadınlar ne yapsa yakışıyor ya azra gibi onları da çok kıskanıyorum. hani bazı kadınların bacak boyları nerdeyse benim bütün boyum kadar ya eva gibi onları daha da çok kıskanıyorum.
bunların hepsini anlayabiliyorum. insan "ben kadınsam onlar ne? onlar kadınsa ben ........? yok yok onlar kesinlikle kadın değil. biz aynı cinsten değiliz." diye geçiriyor içinden.
ama ben artık kendimi aştım. erkekleri de kıskanmaya başladım. mesela david burtka'yı kıskanıyorum, kendisi neil patrick harris'in sevgilisi olur. ya da murat boz'un sevgilisi kimse onu kıskanıyorum.
ben kadın halimle bulamıyorum böyle taş gibi adamları, onlar nasıl buluyor ya. haktan reva mı bu? neden sokaktaki bıyıklı amca, mahmut fatih falan değil de muratçığım, neilciğim gay? neden yani?
hem mis gibi karşı cins dururken niye kendi cinsine ilgi duyuyorsun arkadaşım. ben mesela; hiç, bir kadına ilgi duymadım. sen neden yapıyorsun bebeğim böyle şeyler? yapma. hayır yani bize de yazık.
en azından biseksüel olun da azıcık ucundan umudumuz olsun.

Mayıs 28, 2011

hani bi şarkı var, bildin mi?

Adını dahi bilmediğim arkadaşım!
Bu sana açık mektubumdur.
Bugün Sedef Hatapkapulu'dan aldığımız FA491 kodlu art and mind dersinin final ödevi olarak kendi yaptığı bir şarkıyı dinleten arkadaş. şarkı değil aslında, melodi. melodi de olmadı sanki. ses. müzik. öyle bir şey işte.
mavi beyaz kareli bir gömlek giymiştin. biz bir kere de derste yanyana oturmuştuk, 9-10 hafta önce falan.
nasıl tarif etsem bilemedim ama sen anladın bahsi geçen arkadaşın sen olduğunu.
neyse konuya geleyim. dur, telaşlanma; ilan-ı aşk etmicem. en azından sana. ama yaptığın parçaya karşı bir şeyler hissetmiş olabilirim. nasıl güzel nasıl huzurluydu. muhtemelen senin vermeye çalıştığın duygu huzur değildi ama ben çok huzur doldum dinlerken. ama bakma sen bana. ben abuk sabuk şeylere duygulanır, abuk sabuk şeylerde huzur bulurum.
aslında dinlemeye başladığımda bir savaş filmi soundtrackini andırmıştı. bittiğinde bir kadeh de şarap olaydı  keşke diye iç geçirirken buldum kendimi. bitişinde bi de "vaauuvv" tepkisi verdim ben, ama kimse duymadı, galiba içimden verdim o tepkiyi.
öküzlüğüm tuttu o an sana söyleyemedim. adını bile bilmiyorum ay ben senin. ben aslında senden o şarkının bir kopyasını falan isteyecektim. ama işte niyeyse orda isteyemedim.
şimdi dedim ki, olmaz olmaz ama belli de olmaz, hani es kaza bloga girersen, ya da bir google araması seni buraya yönlendirirse falan bul ay beni. ne yap et yolla bana o ses dosyasını.
lütfen.
rica ediyorum.
noooluuuuuurr.

teo, aferiin çocuuum

teoman,
bebeğim kim kırdı senin kalbini? kim üzdü böyle seni?
bu nasıl albüm böyle şekerim? nasıl bi aşk acısı çekmişin sen.
gerçi benim, senin şu saatten sonra derin bir aşk acısı çekebileceğin konusunda kuşkularım vardı ama sildin süpürdün hepsini.
tebrik ederim cicim.
çok başarılı bir çalışma olmuş.
kuruçeşme konserini de merakla bekliyoruz.
öperim.

art and mind

birkaç saat sonra ilk final sınavıma gireceğim. ya da aslında o bana girecek.
finalde, yaklaşık 2,5 ay önce teslim ettiğim bir "sanat" ödevimin sunumunu yapmam gerekiyor. ben de dün sabahtan beri bir sunum hazırlamaya çalışıyorum. sunum dediğimde konuşacak ödevi anlatacak 4-5 cümle. ama bendeniz ödev konusunu hatırlamadığı için sunum şu saatte hala hazır değil.
ödevi kadına teslim ettim gitti. son 8 haftadır derse de gitmiyorum. yüzsüzlük edip "hocam ben birkaç(!) haftadır dersinize gelemiyorum. son derse de gelemicem. ama hani biz bi sunum yapıcaktık ya final yerine onu ne zaman yapayım ben?"diye mail attım. o da registrationın belirlediği tarihte yap dedi. şimdi bi de "hocam ben ödevimi pek hatırlamıyorum, siz bi hatırlatıverseniz" diyemiyorum. yüzsüzlüğün de bir sınırı var.
internet history'imi de bir halt var gibi temizleyip durmuşum. en son 21 mayısa gidiyor, çok eski gerçekten. ordan da bir şey çıkmadı yani.
tek hatırladığım çektiğim fotoğraflardan 2 tanesini ödeve uyarlamış, bu ödev için çektim deyip götürmüştüm.
e artık çeneme kuvvet. ne gelirse aklıma söyler ben bu dersi geçerim. yaparım. evet evet yaparım.
yaparım di mi yaa?



sınav sonrası gelen edit: bu yazıyı okuyan şahıs bi de şunu okuyuver. belki de aradığım çocuk sensindir.

Mayıs 23, 2011

beni aşkla aldatma

beni tekrar, tekrar, ve tekrar dinle diyor sanki şarkı.
ve ben tekrar, tekrar ve tekrar dinliyorum.

teoman-bana öyle bakma

Mayıs 21, 2011

hem bedenimiz hem de ruhumuz sarışın bizim

tamam, bugüne kadar saçma sapan şeylere çok daha saçma sapan tepkiler verdim. tamam, çok da normal normlarda bir insan değilim. tamam, bazen ben bile kendimi kestiremiyorum. tamam, arada salağın önde gideni oluyorum.

ama daha önce hiç bu kadar salak olmamıştım. kendi yaptığım şeye bu kadar şaşırmamıştım.

çarşamba akşamı cannım okulumun cannım radyosunun asmalımescit'te sokak partisi vardı. gidelim dedik hep beraber. gittik. her zamanki gibi olağanüstü(!) bir partiydi. bünyelerimiz 10 dakika falan dayanabildi. artık 22 yaşın ağırlığını taşıyan vücutlarımızı fazla yormama kararı alıp parti ortamını ergenlere bırakıp istiklal'e döndük.

işte bu sabah düşündüğümde beni hala şaşırtan olayın yaşandığı yerdeydik artık, istiklal'de.

5 arkadaş yürürken aramızdaki tek sarışınımızdan "AAAAAA MEHMET ÖZKAN'IN KARDEŞİİİİİ" diye bir çığlık yükseldi. diğer 3 arkadaş aval aval bakarken, kendisi esmerimsi ama ruhu sarışın olan benden de can havliyle "MEHMET ÖZKAN KİM? ÜNLÜ MÜ?" diye başka bir çığlık yükseldi.

sevgili mehmet özkanın adını bile bilmediğimiz sevgili kardeşi şaşkın ve "manyak lan bunlar" bakışlarıyla uzaklaşırken bizden, biz de kendi problemlerimizle başbaşa kaldık. ben bir an kendi içime döndüm, mehmet özkan kim yaa diye sorduktan sonra kızım ünlü olsa napıcaksın, kendisi bile değil kardeşi gördüğünüz, ayıp be utan kendinden dedim kendime. bu ajda yerine semiramis'e sarılmak gibi bir şey ki, o iki kardeş de ünlü.

sonra mehmet özkan'ın bizim bölümden bir çocuk olduğunu, kardeşinin de bizim okulda okuduğunu, bizim sarışının da çocukla birkaç kere tanıştığını ama adını hep unuttuğunu öğrendik. istiklalde görünce de bir şaşırmış kendisi, tabii haklı aslında istiklal bize rezerveydi o gece, küçük kardeşlerin ne işi vardı ki. allahallah yani.

çok da içmemiştik aslında biz o gece ama o çikolatalı sufleyi yemeyecektim ben. hep ondan oldu. gerçekten.



p.s. biliyorum böyle yazınca pek de komik olmadı, ama aslında biz çok komiktik o gece. ayy ne var beğenmediyseniz okumazsınız bir daha olur biter. gelmeyin üstüme.

manyak mıyım acaba?

sevgili itunes benimle dalga geçiyor kanımca. gecenin bu saatinde 3000 şarkılık listeden "randomly" olarak çaldığı playlist şöyle:
pilli bebek'ten olsun.
vega'dan iz bırakanlar unutulmaz
redd'den nefes bile almadan
malt'tan olmaz
tnk'den yine yazı bekleriz

tahmin ettiğiniz gibi, bu 5 şarkı sonunda ben intiharın eşiğindeyim. kes bileklerini seyret kanının akışını. yavaş yavaş görüntüler kaysın, hayatın bir film şeridiymişçesine aksın gitsin gözlerinin önünden. kalp atışların hızlansın, nefes alış verişlerin zorlaşsın. sonra uykun gelsin, yavaşça kapansın gözlerin. falan filan.

tabii ki yapmadım böyle bir şey. benim canım kıymetlidir, kesemem ben kendimi. hem severim ben kendimi ay, niye öldüreyim.

ama ardı ardına dalga geçercesine çalan bu şarkılar, azıcık durgunlaştırdı beni. bir kadeh şarap alıp uzaklara daldım.

niye mi? işte onu ben de çok merak ediyorum. desem ki çok aşk acısı çekiyorum ondan, e değil. desem ki platonik aşığım ondan, e değil. desem ki kapanmayan yaralarım var ondan, e o da değil.

bence benim problemim, çekecek bir aşk acımın olmaması.
hayatında 2 kere sırılsıklam aşık olmuş ama ikisi de fazlasıyla kötü bitmiş, bu sebepten de son 8 yılını falan mütemadiyen aşk acısı çeken bir insan evladı olarak geçiren benim için aşk acısı çekmemek büyük bir eksiklik hayatımda.
şarkıları dinliyorum, hüzünleniyorum, durgunlaşıyorum, uzaklara dalıyorum, modum yerlerde sürünüyor. o anda biiinngg bir soru işareti çıkıyor: kimi düşünüyorsun ki sen şimdi? kim için böyle hüzünlendin ki sen şimdi?

sonra bir kadeh şarap daha, bir kadeh daha, bir kadeh daha. şişenin dibini görene kadar. gördük, ters çevirdik bir damla düştü parkenin üzerine. sileyim bence ben onu. ama eğilirsem kalkamayabilirim. harflerin yerini bile zor buluyorum. neyse üzerine basmayayım bari.
bir de ben şimdi diyorum ki çikolatalı sufle olsa da yesem hani. pek bi şükela olurdu.

öyle işte, aşk acım yok diye acı çekiyorum ben. manyak mıyım ne?
ama o değil de, ben o son kadehi içmeyecektim. valla bak.

Mayıs 20, 2011

dur dur dur dur, dur bi dinlen azıcık.

şöyle bir 3 haftadır falan ben leyleği havada gördüm. durduğum yerde duramadım, oturduğum yerde oturamadım. eve zoraki ihtiyaçlar dışında pek uğramadım. duş al, üstündekileri değiştir, ve hemen çık. gezdim, tozdum, ve hatta cozuttum.

hangi klüp hangi partiyi yapmış, hangi üniversitede hangi festival varmış, kim nerde ne konseri vermiş, hepsi benden soruluyordu. taşoda konserleriyle başlayıp, F1 pit stop partiye takılıp, sports festle coşup coşturup, sortie'yle peak yapıp asmalımescit sokak partisiyle duruldum. artık "bi dur be kızım" dedim.

sabah okula diye çıkıp, önce starbucuks sonra tavacı recep sonra bibuçuk sonra asmalı olmadı thales...... sonra biiiiiiiipppppp.......... bir yerden sonra bünye kaldırmıyor tabii, ne kadar kaldırabilir ki zaten. bir karış boyum var, kilom desem o da bir torba çimento kadar bile etmiyor. neyi nereye taşısın zavallıcık. sonra "out of order" oluyorum.

dünden beri evimdeyim, günde 12 saat falan uyuyorum. havalar da bir garip zaten, tam evde film izlemelik. sabahları çıkıyorum boğazda yürüyüş yapıyorum, sonra ahmak ıslatan yağıyor, ve ben ahmakça ıslanıyorum.

falan filan işte ya. gezdim tozdum ya insanların gözüne sokayım istiyorum. ondan yazdım zaten bunu da. pek bir gereksiz oldu. boşuna okudunuz sanki, aman olsun boşverin, okumak iyidir, okumak güzeldir, okumak candır!

Mayıs 16, 2011

kim ki acaba?

birisi beni merak etmiş.
blogu okuyanlardan biri olsa gerek.
"pozitif bıdık", "pozitif bıdık boğaziçi", "pozitif bıdık boğaziçi kim" şeklinde 3 google araması yapılmış.

hangi yazıyı okuduktan sonra merak etti acaba beni?
niye merak etti?
kim olduğumu öğrenince ne olacaktı ki?

boğaziçi'li olduğumu bildiğine göre kendisi yazı taraması yapmış, eski yazılardan falan okumuş. sırılsıklam aşık olduklarımı mı okudu, yoksa aşktan vazgeçtiklerimi mi? bilinç akışlarımı mı, yoksa ev kızı hallerimi mi? bilemedim ki...

neyse, sonuç olarak önce o beni merak etmiş. şimdi de ben onu merak ettim.
naapsak da ulaşsak birbirimize acaba?

Mayıs 11, 2011

tell you what i've found

bu kadın sizce de çok seksi "sex sells" demiyor mu?


ve sen aptalsın

bu şarkıyı nasıl sevdim, nasıl sevdim. en çok da "ve sen aptalsın" dediği kısmı.



Mayıs 02, 2011

zor

Tatildeydim.
Ama İstanbul'da.
Dengesiz havayla birlikte her gün biraz daha dengesizleşen ben.

Ev ayrı bir dünya. Sonsuz bir miskinlik. Uçsuz bucaksız bir can sıkıntısı. Ama bir yandan da derin bir huzur. Anlamsız bir rahatlık.


Beklemek zor. Sıkıcı. Belirsizlik daha da beter.
Ne istediğini bilememek. Seni bekleyenlere hazır olamamak. Hazır olmadığın ama geleceğini bildiklerini öylece durup beklemek.


Gibi yapmak.
Hazırmış gibi.
Güçlüymüş gibi.
Korkmuyormuş gibi.


Başını alıp gitme isteği.
Uzakta olma arzusu.


Bir plajda yüzüne vuran hafif bir meltemle batmaya hazırlanan güneşi seyretme,
Elindeki şarabı yudumlama.
Sessiz,
Telaşsız.
Öylece yaşama.


Mutluluk?
Çok uzak.

Kavuştum!!!!

İnternet bağlantımın elde olmayan sebeplerden dolayı kesilmesiyle birlikte bloguma kavuştum, mutluyum.
Bundan sonraki birkaç cümle "O da nasıl oluyor arkadaşım?" diye soranlar için. Kendi internet bağlantım kesilince ben de etraftaki bağlantılara dadandım. Üniversitem sağolsun, yaklaşık 500 metre uzaklıktaki yurdun interneti sağolsun. Kendi bağlantım anlamadığım bir şekilde bir sabah uyandığımda bloguma erişimimi engellemişti. Yasağın en civcivli olduğu dönemde şakırt diye girerken yasağın yavaş yavaş bittiği şu günlerde sayfa açılamıyor yazısıyla karşılaşıyordum. Giremiyordum, okuyamıyordum, yazamıyordum. Bilgisayar işlerinden zaten bihaberdim, bir de gittim mac aldım daha da bir halt anlamaz oldum. Program indirip, indirdiği programı çalıştıramayan bir bireyim artık. Öyle bekliyordum, kendiliğinden açılır belki diye. Mağdurdum, eziktim. Neyse ki bağlantıyı değiştirince sayfaya da ulaşabilir hale geldim.
Yazılarım hazır.
Hepsini postlicam.
Okuyun!