Eylül 24, 2012

oldu canıııım, görürsem söylerim.

Sabah sabah mailleri karıştırırken, eskilere bakarken; bu aralar da eskilere pek bi taktım hadi hayırlısı, çok eski bir şarkı çıktı karşıma. taa 10 yıl öncesinden. ilk aşık olduğum günden, ilk aşık olduğum adamdan. evet canım bingo, tek ayak üstünde onlarca yalan söylerken benim için bir tanecik bile yalan söylemeyen ilk sevgili var ya o işte, bildin!

can't take my eyes off of you!

"you're just too good to be true" ama ben burda bu adama bi siktir git derim. o zaman diyemedim ama şimdi çok güzel derim.

14 yaşındaysan, ilk kez aşk denen zokayı yuttuysan, karşında dünyanın o an için ennnnn yakışıklı adamı varsa (esmer olmasına rağmen yakışıklı çocuktu allah için), karnında kelebekler uçuşuyorsa, annene devamlı ondan bahsediyorsan, okul yolunda beraber yürüyorsan, beraber yürümek için o okul yolunu uzatıyorsan, ders boyunca yan yan bakışıyorsan, gözgöze geldiğinde kalbin ağzından fırlayacakmış gibi oluyorsa, yanlış mesajlar ona gidiyorsa, yanlış mesajlar sana geliyorsa, masa tenisi masasında aslında masa tenisi maçı yapmıyorsanız, o adama sana bu şarkıyı söylediği zaman siktir git diyemiyorsun. Aval aval, suratta aeaeaea diye otuziki dişin birden göründüğü yavşak bir sırıtmayla, mutluluktan artık yüz kasların ağrıyarak "canııııııımmmm" diye bakıyorsun. aşık oluyorsun. şarkıyı her dinlediğinde, o sana bu şarkıyı her söylediğinde (neyse ki bir kez söyledi) bir kez daha aşık oluyorsun. kanat takıp uçuyorsun. yükseliyorsun yükseliyorsun yükseliyorsun, sonra bi bakıyorsun sen baya bi uçmuşsun, ama adam yarı yolda kalmış. işi çıkmış gelememiş.
sonra geliyor diyor ki sana,
ben seni çok üzdüm, en çok da buna üzülüyorum zaten. yaşadığımız çok şey var, çok güzel şey var. lütfen benden nefret etme. fotoğrafımıza bak, can't take my eyes off of you'u söylediğimdeki gibi ol. öyle gülümse. hatıralarımda öyle kal.
sen de ona diyorsun ki,
peki.

(bu yüzdendir ki, "peki" benim kabullenişimdir. yapacak bir şeyimin, söyleyecek bir sözümün kalmadığı zamandır. üzüldüğümdür ama belli etmediğimdir. benim "peki"lerim kötüdür.)

ama aslında içinden geçen cümleler şunlar:
lan gerizekalı tanışalı epi topu 3 ay olmuş, çıkmaya başlayalı 3 gün. (ay evet o zamanlar "çıkmak" vardı, ne var, sanki sizde yoktu.) ne yaşamış olabiliriz, ne kadar güzel anımız olabilir. ne ara aşık olduk, ne ara çıktık, ne ara soğuduk, ne ara yaşadık, ne ara bitirdik biz bu ilişkiyi. allah belanı vermesin. kaç paralel evrende, kaç ayrı kafada yaşadın sen bu işi. ben 3 gün yaşamışken sen ne ara 33 güne çıktın. ayrıca hangi fotoğraftan bahsediyorsun sen, ben yediricem o fotoğrafı sana senin haberin yok. bi de gelmiş hala can't take my eyes off of you diyor ya.

işte o zaman adamın karşısına geçip tüm bunları söyleyemediğin için, sadece peki dediğin için; ilk aşkının ilk nefretine dönüşmesini izliyorsun sessizce. fonda da can't take my eyes off of you!

6 yıl boyunca nefret ettim ben bu şarkıdan. Hiç dinleyip ağlamadım, ama çok dinleyip çok üzüldüm. Bu sabah dinlediğimdeyse baya baya güldüm.

Sanırım, ilk aşkımla artık barıştığım o an, işte bu an!

Eylül 18, 2012

Ne yapacağım ben şimdi? İnsan aşık olunca ne yapar bilmiyorum ki.

ılık bir nisan sabahında gelip yanıma uzandı, ve sordu:
sence ben sana aşık olmuş olabilir miyim?
cevap verdim:
yooo, ne alakası var.

 

Eylül 17, 2012

hayatımdaki "tanımlanamayan cisim"

Hep söylerim bazı insanları fazla severim ben. Ama gerçekten fazla severim, öyle böyle değil. Sevgimle boğmak isterim. En güzel yüzümdür onların gördüğü hep. Gerçi birazdan bu yazıda bahsi geçecek olan arkadaş benim tersimin çok pis olduğunu da bilir. Kişi kendinden bilirmiş işi, hesabı.

Nasıl tanıştık pek hatırlamıyorum ama altı seneyi devirdik biz bu günlerde. Bu altı senede aldığımız yola bakarsan normal iki insanın arkadaşlığındaki onaltı seneye tekabül edebilir yaşananlar. Özet geçmeye çalışırsam,

En sıkıcı derslerimin en eğlenceli yanı oldu.
Yalnız gitme dedi benle adaya geldi.
Bisikletten düştüm elimden tutup kaldırdı.
Güneşin doğuşunu izlemek istiyorum dedim buz gibi havada tek bir sweatle sabaha kadar oturdu.
Tabu oyunlarımın asla vazgeçmeyeceğim ortağı oldu. (mustafa 1, mustafa 2, mustafa 3 bizim için 3 ayrı kelime demekti.)
İtalyanca öğrenmeye heves ettim benle kursa geldi.
Yaz aylarında ev arkadaşım oldu.
Beni saçlarıyla dövmeye kalkan kıza dansımla şiddet uygulayınca araya girdi.
Aşkı memnu izleyelim istedim benden iyi takipçisi oldu.
Bilgisayarım benden sıkılıp mavi ekran verdi defalarca, her seferinde ekranımı tekrar olması gereken rengine çevirdi.
Çakırkeyf oldum mikrofonu elime aldım, piyanonun başına geçti.
Sarhoş oldum taksimden mecidiyeköye yürüyeceğim diye tutturdum, kabullendi yanımda yürüdü.
İki sene sırılsıklam aşık olduğum adama baktı, sizden bi bok olmaz, dedi; bizden bi bok olmadı.
Film arşivini kullanımıma açtı, evime sığmazmış ondan bana veremedi. doğru mu? evet doğru. 1000lerce film 64 metrekare ev. zor tabii.
Final dönemi kahve istiyorum diye tweet attım, gecenin 1inde bana kahve aldı geldi.
Yanmış kurabiyelerimi süper olmuşlar diye yedi.
Fotoğraf makinası aldım sanatsal çalıştı.
Spagetti salata menüme her daim iştahla saldırdı.
Brokoli yemem ben diye oturup masaya bundan daha yok mu diye kalktı.
Fesleğenli makarna yaptığımı ve çok güzel olduğunu iddia etti, hiç hatırlamıyorum.
Bir kucak dolusu papatyayla, en sevdiğimdir, kapımı çaldı "senin sesin telefonda durgun mu geliyordu" diyerek içeri girdi.
"Tosut" çok farklı şeyler ifade etti ikimiz için. ben kek demek isterken o tavşan anladı mesela.
Bütün sweatleri aslında benimdi, sadece o farkında değildi. her kış sonu gelip benden alırdı mervişim mevsimi geçti artık giymezsin sen bunları diye.
Takım elbiselerini, hediyelerini, hatta bazı konulardaki kararlarını bile ben aldım.
Onun için 54 sayısının ifade ettiği anlamı bilen tek kişi oldum. Acaba 55 oldu mu ki?
Bak şekerim bu kızdan iş çıkmaz dedim, hak verdi, o kızdan iş çıkmadı.
Aynı dönemde ilişkilerimizde yaşadığımız güven problemini beraber çözdük, ulan biz kendimize ne kadar güveniyoruz ki diyerek.
Bana karşı sevgilimi korudu, çocuğa öküzlük yapıyorsun yapma dedi.
Ağlıyor, sence neden ağlıyor olabilir, diye sordu; o kadar mı kötü, diye sordum.
6 yıl önce papatya gibisinde ilk adımlarını öğrenmeye çalışırken karşısında kahkahalarla güldüm, 1 ay önce veda milongasında dans gösterisini hayranlıkla izledim.
music and lyrics soundtrackiyle yurt kapısına dayandığı günleri bilirim.
Annesi benim belgin teyzem oldu, ben de annesinin mervişi. ana oğul dünya üzerinde bana merviş demelerine uyuz olmadığım iki nadide insancık oldular.
Acıktım yemek yaptı.
Aklıma esti aradım hemen geldi.
Her organizayonuma katıldı.
Her çağrıma cevap verdi.
f1 tuşum oldu, help butonum oldu.
Sınırsız güvendiğim adam oldu.
Kimse olmasa o olur, dediğim adam oldu.
Arkadaş oldu.
Dost oldu.
Abi oldu.
Baba oldu.
Hiçbiri olmadı ya da aslında hepsinden biraz biraz oldu.
Hayatımdaki en canımın içi parça oldu.

Canımın içi, bir halt var gibi tuttu buenos aires'e gitti. Neyse ki  gitmeden dönüş biletini de aldı, ama taaaa mayısa.
Gitme dersen gitmem biliyorsun di mi, dedi. Git dedim. Ay ne var sanki gitme deseydim. Hayallerinin peşinden koşacaksın da nolucak, kal işte burda ben tango yaparım senle deseydim, ne vardı yani. Ama yok illa destek olucam, adam vazgeçtim gitmiyorum diye geldi, git git diye verdim gazı gönderdim.
Pişman mıyım? çok!
Döneyim mi istiyor musun dese, dön der miyim? demem!
Neden? Manyağım çünkü ben!


* gitmeden önce bir mail attı bana. "öyle özel öyle birtanesin ki bambaşka yerdesin hep. herkesten uzak, ama bana hep en yakında. kocaman kocaman sarılmak istedim şu an sana."
bu yazı da kocaman kocaman sarılmak istediği tüm zamanlarda okusun diye.

Eylül 16, 2012

vak vak donald duck

NR1 tv'deki 80ler temalı program beni benden aldı. Arkadaş, bir insan çıkan bütün şarkıları mı bilir, hepsine mi eşlik edebilme kapasitesine sahiptir. Bendeniz baya baya 90lar çocuğuyum halbuki. 80 döneminde portakalda vitamin bile değildim, o kadar yani. (kendimi biraz daha küçültürsem cebe sığabilirim bence. ay tamam 88 doğumluyum, 24 yaşındayım, eşşek kadar kız oldum.)

neyse, bodur tavuk her daim piliç deyip bu konuyu kapatıp tekrar 80lere dönelim. Ulan ben bu kadar şarkıyı nerden biliyorum, diye düşünürken "sertaç" diye bir ampul yandı kafamın yanında. lisedeki bilmem kaç dönem üstümden bir şahsı muhterem. playlistini bizim forumdan paylaşma inceliğini göstermişti kendisi, müzik arşivi dillere destandır ve kendisi birazcık 80ler takıntılıdır da.

brother louie, one way ticket, you are my heart you are my soul, dancing queen, big in japan, daddy cool, billie jean, hello, eye of the tiger, love me do....

sabah sabah güldüm bir sürü.
teşekkürler sertaç ve sertaç'ın 80ler takıntısı.



bu da sabah neşesi olsun benden blogseverlere.




* programın adı retrospektif'miş. şimdi reklam arasına girerken söylediler. iyiymiş güzelmiş denk gelinilirse izlenilebilirmiş. karpuz kabuğundan gemiler yaparmış.

Eylül 14, 2012

Hadi oyun oynayalım

Sevgilim işe başladı, yine yeni yeniden.
Oyunlar yapacak artık.
Şimdilik keyfi yerinde.
Keyfine keyif katsın diye, ilk gününde rengarenk macaronlar yolladım ona.
Çok mutlu olmuş.
Çok hoşuna gitmiş.
Çok beğenmiş.
Kızlar da bayılmış, öyle dedi.
Üzerinde küçük bir de not vardı:
"Keyifle oynayacağın bir oyun olsun."
Öyle olsun sevgilim, yeni oyunlarını keyifle oyna.

Eylül 13, 2012

Bir parça işsiziz de biz

Haftaiçi saçma bir saat olmasından yararlanıp ortaköy house cafe'de ilk kez iskelede yer bulmuş olmanın mutluluğu içinde oturmuş yemeğimin tadını çıkarıyorken, ben sıkıldım hadi eve gidip aşkı memnu izleyelim dedi. peki dedim. Arabadayken, ya ben eve gitmek istemiyorum hadi tatile gidelim dedi. peki dedim. (farkındayım benden beklenmeyecek kadar uyumluyum.) Ve çıktık yola.
Nereye gittiğimize dair bir fikrimiz yoktu. Bozcaada'ya doğru gidelim sıkılırsak yolda bir yer bulur orda kalırız dedik. Bozcaada bizden sıkıldı, biz ondan sıkılmadık. 2 haftada bir ordayız.
Neyse ki bu sefer durağımız İğneada oldu. 
Google maps'in bizi dağ tepe bayır dolaştırıp, aa bak siz köy nedir pek bilmiyorsunuz deyip yurdum köylerinin içinden tek tek geçirmesini saymazsak keyifli bir yolculuktu. Sevgili google, bize yaptırdığın zoraki köy turu esnasında baya baya köy kızı olduğum ortaya çıkmıştır, teşekkürü bir borç bilirim efenim.
Gördüğümüz ilk otelde olur bu olur, iyiymiş bu iyi söylemleriyle yerimizi ayırttık. Sonra da kendimizi açlıktan ölmeden, 3 saatlik yolu yaklaşık 5 saatte gittik de biz e bu bünye de acıkıyor haliyle, Liman restoran'a attık. Ortalamanın üzerinde denebilecek mezeler, lezzetli balıklar ve alıştığımız yeni rakıyla birkaç saat geçirdik. Konuşkan şirin bir sahibi vardı. Hakan'ı andırdı bana, kaybettiğimizi öğrendiğim günü hatırladım. Annem söylemek istememişti bana, ölümle aramın limoni olduğunu bilir ne de olsa. Kimin arası hoş ki demeyin, bendeki başka bir şey. İnkar aşamasını geçemedim hala, yok saymaya devam ediyorum.
Soğuk geceyi şort ve tshirtlerle azıcık titreyerek kapattık, ve çok güzel bir sabaha uyandık.
İğneada köy gibi bir yer. İnsanları sıcak, canayakın. Kumsalı uçsuz bucaksız. Denizi bildiğiniz karadeniz. 
Ama bir korfa koliba diye cafesi var ki, o cafenin öyle bir kahvaltısı var ki, hem o cafenin öyle çok sevimli sahipleri var ki, o sahiplerin elleriyle yaptığı bir böğürtlen reçeli var ki... iğneada'ya tekrar tekrar tekrar (evet defalarca tekrar) gitme sebebidir.
Tadı hala damağımda dediğim nadir kahvaltılardan. Her şeyin tadını net bir şekilde alabiliyorsunuz, çünkü hepsi organik, hepsi el yapımı. Ay şimdi olsa da yesek, dedirten cinsten. 
Gideyim de böğürtlen reçelinden bi parça yiyeyim bari, yapıp satıyorlarmış da kaçırır mıyız hiç hemen aldık.
Bu yazının yazılma sebebi de bu aslında. Eğer yolunuz iğneada'ya düşerse, ya da yolunuzu oraya çıkartmak isterseniz mutlaka Korfa Koliba'ya gidin ve kahvaltı edin.
Pişman olacağınızı hiç sanmıyorum.

Beni ondan daha çok sev

Beni ondan daha çok sev diye, dedi.

O pazar sabahı yeni tıraş olmuş elinde bir kucak dolusu beyaz papatyayla gelip beni öptüğünde söyledi.

En çok beni sev diye...
En çok beni özle diye...
Hayatındaki tek özel insan ben olayım diye...

Birini sevmek başka bir şey. Birine aşık olmak başka bir şey. Birisi için özel olmak, birisini kendin için özel hale getirmek başka bir şey.

Zor...

Ben olmaktan biz olmaya giden yolu adım adım arşınlamak...
Kalıplarla yaşamamak...
Biz'e özel bir şeyler yaratmak...
Aşk'ta tekrara düşmemek...
Aynı kelimelerle, aynı cümlelerle, aynı şarkılarla dillendirmemek...

Yapılır...

Aynı şekilde seslenilir. Aynı cümleler kurulur. Aynı şarkılar söylenir.

Bu ne eski sevgiliyle yaşananlara ihanettir, ne de yeni sevgiliyle yaşanacaklara haksızlık.
Bu sevgiyi uygulama biçimidir. Sevmeyi kimde öğrendiysen, kimden öğrendiysen onu tekrar tekrar yaşamaktır.

Hayatına giren herkes bir şekilde özeldir, mükemmeldir. Kalbinde yer açtığın herkes bir döneminde hayatının en özeli, en mükemmeli olmuştur.
Hiç kimseyi özlemediğim kadar çok özlüyorum seni, hiç kimseyi sevmediğim kadar çok seviyorum seni; demişsindir illa ki... Belki de sadece yazmışsındır.

Ben bencilimdir aşkta. Sevgimi gösterme biçimim fazla sadedir. Pek dillendirmem de. Sessiz, sakin, kendi içimde yaşarım.
Böyle öğrendim, böyle yaşadım.

Yine öyle yaşıyorum. Ama bu sefer fark katmaya çalışarak.

Aynı cümlelere yüklediğimiz farklı anlamlarla, aynı şarkılara yüklediğimiz farklı duygularla başladıysak da biz biz olmaya; bu sefer daha önce hiç kimseyi sevmediğimiz gibi sevmek istiyoruz birbirimizi.
Ben sessiz sakin yaşamak istemiyorum bu sefer, onun heyecanına aynı heyecanla onun tutkusuna aynı tutkuyla cevap vermek istiyorum.
Duyduğum sevgi cümlelerine yeni cümleler kurayım istiyorum.
Ondan gelen sarı lalelere, beyaz papatyalara, somon rengi güllere, kırmızı goncalara benden giden renkli macaronlar olsun istiyorum.

En azından, deniyorum!!!




* Bu cümleleri blogumu okuduktan sonra kurdu sevgilim, bir daha okumayacağım da dedi. Ondan böyle rahat rahat yazıyorum ben de. Hem o günden beri radyoda bu şarkı her çıktığında değiştiriyoruz ki biz.

Eylül 08, 2012

öptüm, kib, görüşürüz.

aptalsın'dan sonra sıra bunda.