
demek ki neydi, aşk acı çekmekti.
sonra anasınıfına başladım. öğretmenim annemin yakın arkadaşı olunca 2. dönemde başlamama izin vermişlerdi. ama orda herkes zaten arkadaştı, ben sonradan gelendim. çocuklar bazen çok acımasız olabiliyorlar, ben çok yalnız kalmıştım. ama o vardı. arada gelir legolardan yaptığı anlamsız tanımlanamayan cisimleri kafama, koluma, bacağıma, nereye denk gelirse fırlatır giderdi. kafam şişer, sağım solum morarırdı. bir keresinde de salak şey yerden aldığı ot, böcek, toprak allah ne verdiyse her şeyi gelip başımdan aşağı dökmüştü. kanımca sevgisini böyle gösteriyordu, haşin sevenlerdendi o da. sonra da gidip yılsonu gösterisinde rakip kızla eş olmuştu. çok üzülmüştüm.
demek ki neydi, aşk acı çekmekti.

demek ki neydi, aşk acı çekmekti.
yeni bir sınıf, yeni arkadaşlar ve dolayısıyla yeni aşklar demekti. ben ekrem'e aşıktım, kerem de bana. 2 yıl boyunca bu aşk üçgeni itişip kakışmalarla devam etti. bir akşam, tam da yemek saatinde, kerem'in annesi bizim evi arayıp "benim oğlum sizin kızınıza aşık. konuşmak istiyor ama çekiniyor. telefonu merve'ye verebilir misiniz?" demişti anneme. annem şaşkın ve hiç bir şey anlamamış bir suratla telefonu bana uzatmıştı. tanrım, kabus gibi bir konuşmaydı. hayatımdaki en zor telefon konuşmasını henüz 9 yaşındayken yapmış olmam sizce de haksızlık değil mi? babam soran gözlerle bana bakarken telefonda "ben galiba seni seviyorum" diyen kerem'in sesini duymak gururdan çok "ne halt yicem ki ben şimdi yaa" hissi uyandırmıştı bende. kerem annesinin desteğiyle dillenmiş olsa da ekrem'in duyguları geçen seneye kadar hiç konuşulmadı. onun aşkı eski bir defterin artık sararmış olan sayfalarında kalp içindeki M ve E harfleriyle kaldı. benim de bir aşkım daha böyle söndü, geçti, bitti. kerem'in kuzeni aslı, yakın arkadaşımdı, kerem'i sevmedim ekrem'i sevdim diye küsmüştü bana. aşkı kazanamadığım gibi arkadaşımı da kaybetmiştim.
demek ki neydi, aşk acı çekmekti.
demek ki neydi, aşk acı çekmekti.
ilkokulu böyle aşk acılarıyla doldurunca ortaokula aşka tövbe etmiş bir şekilde başlamıştım. güzel arkadaşlarım oldu. iyi bir arkadaş grubum vardı. buğra vardı, sınıftan bir çocuk. 1 hafta boyunca "sana bişi sölicem kızım ben" diye dolaşmıştı, sonra "kızııım ben var ya senden çok hoşlanıyom." dediydi. sonra küstük. sonra emre vardı. "seni seviyorum, emre" diye bir not yazıp kitabımın arasına koymuştu, onu da 10 gün sonra annem bulup bana vermişti. zavallı benden tepki alamayınca çok üzülmüş. sonra en yakın arkadaşlarımdan dediğim onur bana aşık olduğunu söyledi. ilk aşk mektubumu o yazmıştı bana. "ağlasam sesimi duyar mısın mısralarımda" diye başlıyordu, "ben seni çok seviyorum." diye bitiyordu. çok üzülmüştüm. o benim arkadaşımdı. olmaz, demiştim. 3 gün yemek yememiş, öyle demişti okan. çok üzülmüş, ağlamış hatta.
demek ki neydi, aşk acı çekmekti.
liseye başlayınca ben ilk gerçek aşkımı yaşadım. ilk gerçek heyecanımı, ilk gerçek uçuşumu, sonra da ilk popomun üstüne sertçe düşüşümü. tek ayak üstünde onlarca yalan söyleyen birine aşık oldum. inanacağım yalanlar söylesin istedim. onu bile yapmadı adi herif benim için. ilk kabuslarımı gördüm onunla ben, ilk gidip gidip geri gelişlerimi yaşadım onunla, zaaflarımı fark ettim, en büyük zaafımın da o olduğunu. kısacık bir sürede ilk gerçek aşkımın ilk gerçek nefretime dönüşmesini seyrettim. aynı adamı tutkulu bir aşkla severken ondan ölesiye nefret etmeyi öğrendim acı içinde.
demek ki neydi, aşk acı çekmekti.

yıllar yıllar geçti üzerinden, ben şimdi çoğunu gülerek hatırlıyorum. yüzümde kocaman tebessümler bırakıyorlar. iyi ki olmuşlar hayatımda diyorum. ama aynı zamanda da ekliyorum;
"ulan eğer sizlerden biriyse bana 'aşksız kal' diye beddua eden, yakaladığımda çok pis öpücem onu ben!"