"hastayım ben, dışarı çıkmasam daha iyi" deyip ekmeye çalıştığım canım arkadaşlarım "e öyle madem biz sana gelelim" dediler, ellerinde şarapları pizzaları kapımı çaldılar. e ben de açtım mecburen. (biliyorum okuyorsunuz, veeee bu yüzden, şaka yaptım!)
aslında bu haftasonu için planım yalnız kalıp düşünmekti. hayatımda olup bitenleri gözden geçirmekti. haftaya inanılmaz mutlu başlamışken bu kadar mutsuz bitirmek sadece bana mahsus bir durum muydu yoksa normal insanların da başına geliyor muydu; buna bir cevap bulmalıydım. ay evet biliyorum, öyle oturup depreşip düşünmekle cevap bulunmuyor, bulunsa da bulunan o cevaptan pek hayır gelmiyor. ama olsun bu haftasonu depresyon dehlizlerinde boğulacaktım ben.
olmadı tabii, sevgili sarıdal, bilgin ve yıldırım üçlüsü basınca evi daha çok gülme krizlerinde boğulduk hep beraber. oynanan oyunlar, bakılan fallar, yapılan dedikodular ve içilen sağa sola saçılan şaraplardan sonra konu, nasıl başardık bilmiyorum, kendimi beğenmişliğime, yüksek egoma, küstahlığıma, şımarıklığıma, bakışlarıma, karakterime geldi. neyse ki arkadaşlarım kendilerinin de benim gibi olduklarını söyleyip, gerçekten öyleler, beni biraz rahatlattılar. bu açıdan bakınca da ne kötü bir arkadaş grubuyuz biz.
etrafımdaki insanların, aslında sadece bir kişinin, söylediklerinden yola çıkarak kendimi yorumlattım. bildiklerimden başka değildi duyduklarım. bkz kendini beğenmişlik, yüksek ego, küstahlık, duygularını saklayamama, biraz fazla saydam olma.
dünyaya çok geniş bakıyorum, evet. niye hayallerimi kısıtlayayım ki, hayal ettikçe yaşamıyor muyum?
hayatta istediklerimin olması için benim onları istemem yeterli, çünkü ben gerçek olmaları için elimden gelenin çok çok fazlasını yapıyorum.
her şeyi bildiğimi mi sanıyorum? hayır! ben sadece kendimi biliyorum. sınırlarımı biliyorum, istediğimde sınırsız olabildiğimi biliyorum.
asosyal miyim? değilim, insanlarla birarada olmayı seviyorum. ama en başında değil, biraz zaman alıyor muhabbete girmem. ve evet, kendime ait alanım olsun istiyorum, sadece kendime ayırdığım bir zaman. sokak sokak dolaşıp fotoğraf çektiğim koca bir gün, ya da öylece pencerenin pervazına oturup bir fincan kahve içtiğim 10 15 dakika.
şımarığım. beni pamuklara sarıp sarmalayan bir ailem var. sevgisiyle boğan annem var. 23 yaşındaki bana "tatilde geldiğinde beraber uçururuz" diye düşünüp kocaman bir uçurtma yapan babam var. bana asla hayır diyemeyen abim var. "kendini üzmeyecek kadar değerlisin" diyen arkadaşlarım var. bir gülümsemem için yapmadık şaklabanlık bırakmayan arkadaşlarım var. gecenin şu saatine kadar sırf biraz rahatlayayım diye aynı cümleleri defalarca kurup yorulmayan arkadaşlarım var.
inatçıyım. dediğim dedik bir adamım. böyle dedim bundan dönmem diyenim. hatta avam tabirle tükürdüğümü yalamam diyenim.
saydamım. duygularımı saklayamıyorum. sinirleniyorum, öfkeleniyorum. ama bir o kadar da çabuk unutuyorum olan biteni. kızdığımdan daha hızlı mutlu oluyorum, bir fincan kahveyle, bir parça çikolatayla, defterimin arasına bırakılan bir notla, ya da ufacık bir gülümsemeyle.
fazla yüksek bir egoya sahibim. zaman zaman küstahlaşabiliyorum. empatiden nasibini almamış yorumlarda bulunabiliyorum. fazla konuşuyorum. bakışlarımı kontrol edemiyorum. ikiyüzlü davranamıyorum. yüzüne gülüp arkasından saydıramıyorum. bazılarını fazla önemsiyorum, bazılarına gereken özeni gösteremiyorum.
ben buyum!
ne bir eksik ne bir fazla.
değişir miyim? bilmiyorum.
değişmek istiyor muyum? sanmıyorum.