Aralık 30, 2012

ne mutlu bana ki, Arman Manukyan hayatıma dokundu

öylesine el kaldırdım, ben de asistan olucam ya, diye. neden diye sorduğunda mülakatta bana çünkü sizin sadece öğrenciniz olmak istemiyorum demiştim. olmadık da. ne o benim sadece hocam oldu, ne de ben onun sadece bir öğrencisi.

üzgün olduğumda elimden tutup nasihat etmesi, işimden mutlu değilken her şey düzelecek zaman ver demesi, adana'ya gittiğimde arayıp telefonda moralimi düzeltmeye çalışması, evimi boşalttığımda bana ev araması, galata'da oturmaya başladığımda bana mekan önerilerinde bulunması, roxy çok gürültülü oluyor fazla kalamıyoruz biz demesi...

80. yaşını kutlamak için hazırladığımız o partide gözyaşlarını tutamaması, pastanın şeklinin aslında papyon olduğunu söylediğimdeki mutluluğu, sevgili eşi Alis Teyze'yle bizi evlerinde misafir etmeleri, hayatlarına dahil etmeleri, elleriyle hazırladıkları mozaik pasta, Alis Teyze'nin her telefonda bana selam söyleyip sevgilerini iletmesi...

yaşanmışlıklarını anlatması, hayallerimi dinlemesi, aşk hayatımı yorumlaması, e kızım sen bu kadar çok şeyi birarada istersen kimseyi bulamaz kalırsın öyle deyişi, müdahale etmeden yol göstermeye çalışması, yüzüğü 5 karat isteme 3 karat iste diye müstakbel eşim adına pazarlığa girişmesi...

takıntılarımdan beni vazgeçirmeye çalışması, boşver sağlık sektörünü organizasyon işine gir deyip kariyer planlarımda kocaman bir karmaşaya yol açması, sonra da gidip beni türkiyenin en büyük sağlık grubunun genel müdürüyle çay kahve muhabbetine sokması...

hayatımın en gurur verici günlerinden birini yaşatması... bir yıl önce öğrenci olarak girdiğim ad488 dersine konuşmacı olarak geldiğim, Arman Hoca'nın yanında oturup, kendimce birkaç ufak deneyimimi dillendirdiğim o gün. en güzel gün.

binlerce farklı cümle kurabilirim böyle. yüzlerce farklı anı anlatabilirim. ikimizin de gerçekleştirmek istediği bir anı vardı, düğünüme gelecekti Alis Teyze'yi de alıp. olmadı. olduramadık bu sefer.

Hocam...
ben ölümü ilk defa bu kadar yakından görüyorum. sizinle olan her anım gülümsetirken bu kısmı tatsızlaştırıyor her şeyi. bir kez daha aynı şeyi yapıyorum, kötüleri siliyorum. sizinle o son sahnede kalıyorum.
hani beni teşvikiye'de bıraktığınız gün var ya, evin önünde. işte o gündeyim ben. üşümüştüm de biraz, arabadan inerken elimi tutup öpmüştünüz. gülümseyip kendine dikkat et kızım, demiştiniz. siz bende hala o günkü gibisiniz.

Hoşçakalın...
Huzurla uyuyun...


Aralık 29, 2012

bir umut vardı, clark kent gibiydi.

kahretsin yine zengin olamadık. yine tutturamadım sayısalı. gerçi sayısal oynayacağım diye süper loto oynamışım, ama olsun, sonuçta tutturamadım. hala sabahları kalkıp işe gitmek zorundayım. çok can sıkıcı, çoook.

sevgilimin sudoku oynamama takması sonucunda, ben de artık kendime başka uğraşlar bulmaya çalışıyor bu takıntımdan kurtulmaya uğraşıyorum. adam beni babasına benzetti yahu. var mı böyle bir şey. sudoku oynuyorum, aynı babam gibisin o da eve gelince hemen sudokuna sarıyor annem çok kızıyor; diyor. alt metinde kendisinin de bana çok kızdığını belirtiyor aslında. fotoğraf çekiyorum, babası da öyle fotoğraflar çekiyor. bir şey diyorum babası da öyle diyor. tamam çok düzgün normlarda bir insan evladı değilim, bundan mütevellit ilişkimin de arada saçmalamasını bekliyorum. ama arkadaş hani biz kadınlardık babalarına benzeyen erkeklere aşık olanlar.

sudoku oynamamak için kendimi otobüs yolculuklarında sosyal medyaya verdim. malum istanbul trafiği. gerçi etiler levent arası max 20 dakika sürüyor benim yolculuk ettiğim saatlerde. o bile yetiyor gündemi yakalamama, arayı pek açmıyorum ya ondandır.

birisi demiş ki "kim bilir şu an kaç tane çift birbirine hiç ayrılmayalım aşkıaam diyordur". adam haklı beyler.
ne yalan sözler veriyoruz. ne kadar yapamayacağımız vaatlerde bulunuyoruz. ne çok yalan yere yeminler ediyoruz aslında.
tamam çok seviyorsun, tamam ölümüne aşıksın, tamam anladık onsuz nefes alamıyorsun. e yarın ne olacak? 2 sene önce de başka biri için ölüp bitmiyor muydun sen? ondan uzakta nefes alamıyorum benden uzakta nefes alamasın istiyorum, demiyor muydun? şimdi hatırlıyor musun onu? yine nefes almanı zorlaştırıyor mu onsuzluk? yooo... e o zaman.
sonra diyorum ki kendime, öküzlük etme merve. seviyor işte insanlar birbirini. başkasını gözü görmüyor. belki de bir daha hiç görmeyecek, bir tek o olacak onun için. ne yani yarın ne olacağını bilmiyor diye şimdi geleceğe dair hayal kurmasın mı bu insancıklar. saçmalıyorsun kızım.
sonuçta bir karara varamıyorum. gerçekleşmeme ihtimali olan sözler, gelecek üzerine planlar hayaller. bilemiyorum. kafam karışık, doğru olan hangisi ki? ya da illa bir doğru mu var ki?
aşk zaten en yanlış hissettiğin değil mi?
ay şimdi furkan okuyacak bunları takacak kafasına bir sürü. bu cümleden sonra da, madem takacağımı biliyorsun niye yazıyorsun diyecek. evet, biliyorum. ama inat işte, yazıyorum yine de.



kemal çekmiş bu fotoğrafı taksim'de bir duvarda. görünce ilk tepkim, e tabii yarın mümkün olur mu bilinmez, oldu. pek sevdim, siz de sevin.







bir de ben paris turu kazandım ya tekrar tekrar söyleyeyim istiyorum. 300 kişinin içinden ilk benim adımı söyledi big boss. babama söyledim paris'e gidiyorum diye iyi kızım git, dedi. anneme söyledim banane, adana'ya gelmedikten sonra nereye gidersen git, dedi. yahu arkadaş insan bir sorar, ne zaman gidiyorsun kimle gidiyorsun nerden çıktı bu kış günü paris diye. ama yok. hayır bana duydukları aşırı güvenden mi kaynaklanıyor yoksa ay ne istiyorsa onu yapsın modundalar mı anlamadım ki.

yeni yıl hediyesi olarak 365 güne 365 dilek olsun kararı aldık. 365 tane dilek yazıyoruz, bi tane onun benden dileği bi tane benim ondan dileğim. her sabah çekeceğiz kutularımızdan, ve o dilekler gerçek olacak. şiir oku, seranat yap, kahvaltı hazırla, tıraş ol....... aklıma gelen her şeyi yazdım. ama 365 gün de çok fazla, yaz yaz bitmiyor be. tavsiyelere fazlasıyla açığım.

kısmetse bugün yarın taşınıyorum. evimdeki eşyaları toplasam, bir nakliye şirketiyle anlaşsam tam olacak. güveniyorum ben kendime ya; yumurta, kapıya dayanması falan o konularda başarılıyımdır. hem bu sefer evimde buzdolabım bile olacak be, ne diyorsunuz siz. (bazıları bu cümleme çok güldü, biliyorum.)

bir de umut geldi aklıma bu kadar bilinç akışı yapınca. "bilinç akışı yaptım, umutu başıma koydum, duma duma dum" umut var ya, o işte.

Aralık 27, 2012

portakal reçelini de severim ki ben

iki yıldır alışkanlık olmuştu ben de; "this year sucks, next one probably" yazmak. senenin son 4-5 gününü yaşıyorken şans perileri pek bir etrafımda dolanmaya başladı. pek güzelim pek mutluyum.

2 yıldır bırbır konuştuğum, ben taşınıcam buraya alper çıksın diye tutturduğum evden alper sonunda taşınıyor. ben de ortaköy'lü oluyorum artık. yeni ev heyecanı sardı dört bir yanımı.

daha bir hafta önce sevgilim "tatile gidelim" demişken, roma, paris, stockholm, beyrut alternatifleri içinden direk paris'i seçmişken, ama ayarlayamamışken pek üzülmüşken; sevgili şirketim bana yılbaşı hediyesi verdi. 3 gece çift kişilik paris turu. sevgilinle 2013ü paris'te karşıla dedi.

ne kadar içten dilemişsek, nasıl bir secret, totem, dua triologysi yaptıysak artık. furkan beni "hadi tatlım, git bize paris tatili kazan gel" diye yollamıştı baloya zaten. şimdi de bavulumu ne zaman hazırlayayım diye soruyor şapşal.

bi de ben bu sabah gittim sayısal loto oynadım. şansımı zorluyorum, evet.

geriye tek bir şey kaldı. e o da olsun ama ya, lütfen ama ya, kırmayın beni ya. benden kıymetli mi sanki?

güzel 2012 cici 2013, biriniz giderken biriniz gelirken bir kez daha mutlu edin beni.

Aralık 24, 2012

saçma oldu bu yazı

ferzan'ın şahane misafir'inden hatırladığım tek şey bu şarkı. hiçbir sahneyi değil ama bu şarkıyı hatırlıyorum. normal gerçi. çünkü bendeniz ömrü hayatında bir ilki yaptı ve sinemada uyudu, baya baya, horul horul uyudum. çağlar beni film bitip de uyandırmaya çalışınca kızdım hatta, bırak ya uyicam ben diye.
ama napayım çok yorgundum, gece seansıydı, bi de akşam yemekte bir sürü yoğurt yemiştim. yoksa film izlerken uyumam ben. ay tamam, sinemada uyumam, evde uyuyorum. hatta uyumak için film açıyorum.
o filmden çıkınca istiklal'de yürürken çağlar diye gidip başka bir adamın koluna girmiştim bi de. çağlarla gülben adamın elinden zor aldılar beni, pek bırakmak istemedi sanırım adam koluna sarılmış uyuklayan birini bulunca. gülbik eve girene kadar elimi bırakmamıştı sonra.
bi keresinde de furkanla dans ederken o beni evirip çevirip ileriye doğru atmıştı, sonra ben kendimi başka birinin kollarında bulmuştum. arada hatlar karışıyor yani bende.
neyse düşünmüyoruz şimdi böyle şeyler. zaten bu şarkıyı da öyle buldum. düşünmemek için bilinç akışının dibine vurmuşken dün akşam bir şarkı vardı dedim, ne sözünü ne müziğini hatırladığım. aradım buldum. o saatten beri dinliyorum. itunes'ta bir numaraya yerleşti bile.
ay ben ferzan beni filminde oynatsın istiyorum ya. ama başrolde. öyle yol kenarından geçen kadın olamam ben. başrolü mehmet günsür'le paylaşabilirim bence. hem onunla kapanmamış bir hesabımız da var zaten, bu vesileyle onu aradan çıkarırız. (kapanmayan meseleyi merak edenler için bi bkz vermek lazım di mi? bkz.)
çikolatalı sufleyi çok severim mesela. patates bende kafa yapar bi de. acıbadem dolmuşunda ekmek kokusu duymuşluğum da vardır. şu aralar can sıkıntısından mysql öğrenmeye başladım. bilmem kaçıncı kez coupling izliyorum. adanalı kimliğimi konuşturup jeff'e ingiliz aksanına kurban olduğum diyesim gelmiyor değil hani arada. bulsam 5. kez black books da izleyeceğim. aslında prison break'e başlayacaktık ama olmadı, başlayamadık.
adanaya gitsem babamla uçurtma uçursak diyorum, ama iş güç olmuyor. mevsim de kış zaten. bu havada uçurtma mı uçurulur. ama çok özledim. onu. uçurtmalarımı.
değiştir değiştir aklından geçenleri değiştir. bu noktalarda böyle diyoruz. aklımızdan geçenleri değiştiriyoruz. düşünmüyoruz, kurmuyoruz. hepsi geçecek biliyoruz.
kek yapsam mı acaba? limonlu. kozzy bana tarifini verirdi. ay yok yapmayayım. ya da amaaaan.

şarkı güzel ya.
dinlemek gerek.




Aralık 05, 2012

güzel gözlü güzel çocuk...

aklımda bir görüntü var.
şakır şakır yağmur yağıyor dışarda. boğaz kenarında bir yerdeyim. bi cafede. belki ortaköy'de. cam kenarında bir masa oturduğum. sıcacık içerisi. bir fincan kahvem var defterimin yanında, dumanı tüten, mis gibi kokan.
defterim var, evet. içimden geçeni aklıma eseni yazdığım. sevdiğim şiirlerden birkaç mısra, sevdiğim şarkının nakaratı ya da.
bana özel, beni anlatan, benim anlattığım. her sayfasına kendimi kattığım.
sert kapaklı siyah kaplı bir defter bu. bembeyaz sayfaları var. siyah mürekkepli bir kalem karaladığım. dolmakalem. siyah, şık ve sade. 
ah bu benim defter kalem tutkum. yıllar geçiyor bu hiç geçmiyor.
düşünüyorum, her şey gitgide büyüyor gibi geliyor. düşüncelerim büyüyor, duygularım büyüyor. ben büyüyorum. 
büyüdüm ve kocaman bir kadın oldum, diyorum. büyümeseydim keşke diyorum sonra. 
büyüdüğüm her gün biraz daha idrak ediyorum aslında çocukken aldığım hep çocuk kalma kararının ne kadar da doğru olduğunu. ama hayat... hani şu oynadığı oyunlara hiç karşı koyamadığımız. hani şu oynadığı oyunlara delice tutkun olduğumuz.
kalemi alıyorum elime. aklıma gelen bir şarkının nakaratı. değiştiriyorum onu biraz. kendime yontuyorum.

"güzel gözlü çocuk unuttun mu
sadece bir bakışınla aşık olduğumu..."

yazıyorum sayfanın başına. duruyorum, bakıyorum harflerime. benim yazım güzel, furkan nasıl okuyamıyor ki bunu diye geçiriyorum aklımdan. gülümsüyorum. bi yudum kahve içiyorum. yazmaya devam ediyorum.

Aralık 04, 2012

her şey biraz kader kısmet, yalan mı?

the man who said "i'd rather be lucky than good" saw deeply into life.
people are afraid to face how great part of a life is dependent on luck. it's scary to think so much is out of one's control.
there are moments in a match when the ball hits the top of net, and for a split second it can either go forward or fall back. with a little luck, it goes forward and you win. or maybe it doesn't, and you lose.


woody allen,
match point