Ocak 22, 2012

var bende bir bozukluk

"hastayım ben, dışarı çıkmasam daha iyi" deyip ekmeye çalıştığım canım arkadaşlarım "e öyle madem biz sana gelelim" dediler, ellerinde şarapları pizzaları kapımı çaldılar. e ben de açtım mecburen. (biliyorum okuyorsunuz, veeee bu yüzden, şaka yaptım!)

aslında bu haftasonu için planım yalnız kalıp düşünmekti. hayatımda olup bitenleri gözden geçirmekti. haftaya inanılmaz mutlu başlamışken bu kadar mutsuz bitirmek sadece bana mahsus bir durum muydu yoksa normal insanların da başına geliyor muydu; buna bir cevap bulmalıydım. ay evet biliyorum, öyle oturup depreşip düşünmekle cevap bulunmuyor, bulunsa da bulunan o cevaptan pek hayır gelmiyor. ama olsun bu haftasonu depresyon dehlizlerinde boğulacaktım ben.

olmadı tabii, sevgili sarıdal, bilgin ve yıldırım üçlüsü basınca evi daha çok gülme krizlerinde boğulduk hep beraber. oynanan oyunlar, bakılan fallar, yapılan dedikodular ve içilen sağa sola saçılan şaraplardan sonra konu, nasıl başardık bilmiyorum, kendimi beğenmişliğime, yüksek egoma, küstahlığıma, şımarıklığıma, bakışlarıma, karakterime geldi. neyse ki arkadaşlarım kendilerinin de benim gibi olduklarını söyleyip, gerçekten öyleler, beni biraz rahatlattılar. bu açıdan bakınca da ne kötü bir arkadaş grubuyuz biz.

etrafımdaki insanların, aslında sadece bir kişinin, söylediklerinden yola çıkarak kendimi yorumlattım. bildiklerimden başka değildi duyduklarım. bkz kendini beğenmişlik, yüksek ego, küstahlık, duygularını saklayamama, biraz fazla saydam olma.

dünyaya çok geniş bakıyorum, evet. niye hayallerimi kısıtlayayım ki, hayal ettikçe yaşamıyor muyum?
hayatta istediklerimin olması için benim onları istemem yeterli, çünkü ben gerçek olmaları için elimden gelenin çok çok fazlasını yapıyorum.
her şeyi bildiğimi mi sanıyorum? hayır! ben sadece kendimi biliyorum. sınırlarımı biliyorum, istediğimde sınırsız olabildiğimi biliyorum.
asosyal miyim? değilim, insanlarla birarada olmayı seviyorum. ama en başında değil, biraz zaman alıyor muhabbete girmem. ve evet, kendime ait alanım olsun istiyorum, sadece kendime ayırdığım bir zaman. sokak sokak dolaşıp fotoğraf çektiğim koca bir gün, ya da öylece pencerenin pervazına oturup bir fincan kahve içtiğim 10 15 dakika.
şımarığım. beni pamuklara sarıp sarmalayan bir ailem var. sevgisiyle boğan annem var. 23 yaşındaki bana "tatilde geldiğinde beraber uçururuz" diye düşünüp kocaman bir uçurtma yapan babam var. bana asla hayır diyemeyen abim var. "kendini üzmeyecek kadar değerlisin" diyen arkadaşlarım var. bir gülümsemem için yapmadık şaklabanlık bırakmayan arkadaşlarım var. gecenin şu saatine kadar sırf biraz rahatlayayım diye aynı cümleleri defalarca kurup yorulmayan arkadaşlarım var.
inatçıyım. dediğim dedik bir adamım. böyle dedim bundan dönmem diyenim. hatta avam tabirle tükürdüğümü yalamam diyenim.
saydamım. duygularımı saklayamıyorum. sinirleniyorum, öfkeleniyorum. ama bir o kadar da çabuk unutuyorum olan biteni. kızdığımdan daha hızlı mutlu oluyorum, bir fincan kahveyle, bir parça çikolatayla, defterimin arasına bırakılan bir notla, ya da ufacık bir gülümsemeyle.
fazla yüksek bir egoya sahibim. zaman zaman küstahlaşabiliyorum. empatiden nasibini almamış yorumlarda bulunabiliyorum. fazla konuşuyorum. bakışlarımı kontrol edemiyorum. ikiyüzlü davranamıyorum. yüzüne gülüp arkasından saydıramıyorum. bazılarını fazla önemsiyorum, bazılarına gereken özeni gösteremiyorum.

ben buyum!
ne bir eksik ne bir fazla.
değişir miyim? bilmiyorum.
değişmek istiyor muyum? sanmıyorum.

Ocak 17, 2012

ve evet, ben bu postu işyerinde yazıyorum!

kulaklıktan teoman'ın sesi geliyor; belki önümüz yaz gideriz bir yerlere belki dans edersin kumsalda yalnız tek başına.
içimden geçiriyorum, ayy yaz gelsin de bir yerlere gidelim uzun uzun tatil yapalım. sonra aklıma geliyor, ben artık öğrenci değilim. ve ister istemez o tepkiyi veriyorum: hassiktir!

Ocak 15, 2012

adı yasak kelimeydi yılbaşında

Bu aralar ben mi çok duygusalım, yoksa etrafımda beni fazlasıyla şanslı kılan insanlar mı var pek anlamış değilim. Ne zaman yazmak istesem hayatıma değer katanlar geliyor aklıma; ailem, abim, arkadaşlarım, patronum. Şanslıyım, evet.

Bazılarının hayatıma nasıl girdiğini anlamıyorum, açık bir kapı bulup sızıveriyorlar içeriye. Sızmasınlar diye uğraşıyorum aslında ben. Hele bazılarını baya baya zorluyorum. Ama bu yazıya mevzubahis olacak şahsiyet en az benim kadar inatçı çıktı, vazgeçmedi. Facebooktan uğraştı, twitterdan uğraştı, mirkelam'dan girdi arman hoca'nın odasından çıktı. İyi ki de çıktı. 

Çok eski değil arkadaşlığımız, 1 yıl oldu olmadı. O bu durumu bizim genel halimize, yumurtanın kapıya dayanmasını bekleme alışkanlığımıza bağlıyor. Mezun olmamıza epi topu 5 ay kalmışken bulduk birbirimizi, biraz zorunluluktan biraz sosyallikten. İlk defa itiraf ediyorum bunu, biraz önyargılıydım ona karşı ben; sosyallikten ölecekmiş gibi geliyordu, herkesi tanıyordu herkesle arkadaştı. E ben asosyal olunca garip geliyordu tabii ki bu bana. (şaka lan şaka, ben de çok sosyalim aslında.)

Uzun lafın kısası, bu hatun geldi girdi hayatıma, o da yetmiyormuş gibi tam merkezine kuruldu. Hadi etiler'e kahve içmeye gidelim, hadi arnavutköy'e yürüyelim, hadi bebek'e inelim, hadi taksim'e çıkalım, hadi manzara, hadi petek, hadi çatı, hadi hadi hadi hadi hadi hadi derken hafta 7 biz 8 gün görüşür olduk. Görüşmenin de ötesinde hayatlarımızı, hayallerimizi, düş kırıklıklarımızı paylaşır olduk. Güldük, güldük, güldük.

Ben bugün ağladım, ve aklıma gelen ilk isim oldu o. Arasam, iyi bir şeyler söylese, gülsem, mutlu olsam diye geçirdim içimden. O anda o aradı. Rüyasında görmüş beni, anlattı, kahkahalarla güldüm, mutlu oldum.

Sevgili Sarıdal, bu yazı sanaydı şekerim. Bu blogun en sıkı takipçisi sensin biliyorum, hatta o kadar ki yıllar önceki maillere ulaşıp 2008 mayısında girdiğimiz finalin hangi dersin finali olduğunu bulmaya çalışacak kadar. Bak bir ipucu daha verdim, hadi yine iyisin. :)

Ocak 13, 2012

Bazıları da iş hayatıma değer katar...

İşe başlayalı 6 hafta oldu. İyimser bir tahminle, resmi kayıtlara göre (yanlış bir kaynak kullanmadıysam) 58 yaşında emekli olacağımı düşünürsek daha 35 sene corporate life sınırları içerisinde olacağım. Tanrım, lütfen birisi bana yanlış kaynak kullandığımı söylesin.
Koskoca 35 sene. Ups, çok korkunç. Yok yok ben zengin bir koca bulup mal mülk para ne varsa üzerime geçirtmeliyim. bkz. iş hayatından korkan bıdık tribi.

Efenim, hayatın her alanı problemlidir de bu iş hayatı hiç çekilir dert değil aslında. Kiminin evcilik oyunlarına denk gelirsin kiminin ego tatminine alet olursun. Kimi gerizekalının önde gidenidir de acırsın onlara "yazık, yok ki bunda beyin. ne yapsın neyi kullansın" falan dersin. kameraya bakıp mikrofona "attım hafizaya, beyin bedava" diyen şahsı muhtereme hak verirsin. sinir krizi geçirirsin, sinir krizi geçirttirilirsin. sabrının sınırlarının aslında ne kadar da geniş olduğunu fark edersin. sabır taşı olsan çatlamayacağın tutar. Mevlana'nın "gel ne olursan ol gel" sözünü motton ilan edersin de "abi herkes gelsin o kalsın" dersin.

Ama sonra, biri gelir "hadi langırt oynayalım" der hadi dersin. biri "türk kahvesi yapıyorum isteyen?" der beeen diye zıplarsın. biri "sana bir link attım izlesene" der izler kahkahalarla gülersin. biri "boğazın ağrıyordu al sana pastil getirdim" der boğaz ağrını unutuverirsin. biri masana bir not yazar baktıkça gülümsersin. biri en yorgun olduğun anda bir çikolata uzatır enerji doluverirsin. biri gelir "kahve içer misin?" diye sorar mutlu olursun.

Neyse ki, iş hayatıma da değer katan birileri var. :)


p.s. bu da bu sabahın şarkısı olsun.

Ocak 09, 2012

Bazıları hayatıma değer katar...

Benim hayatımda fazlasıyla değerli insanlar vardır. Neden bilmiyorum, ben onları haddinden fazla severim. Hani "öl dese ölürüm" derler ya, o derece severim. Pamuklara sarıp sarmalamak isterim. Hep yanımda olsunlar hiç gitmesinler isterim. Bütün şımarıklıklarımı yaparım onlara. En güzel yüzümü onlar görür hep. En kıymetlimdirler, en canımdırlar, en canımın içidirler.

Ben bu gece onlardan biriyleydim. Prag'dan uçtu geldi, yanıma kondu. Özlemişim, çok çok çoook! 3 ay önce giderken sarılıp "bir süre için beni son kez 3 boyutlu görüyorsun iyi sarıl" demişti. O zaman da kocaman sarılmıştım, bu akşam da kocaman sarıldım.

Konuştu dinledim, konuştum dinledi. Sonra ben gene konuştum o gene dinledi. Hep böyle oluyor zaten ben konuşuyorum o dinliyor, yavrum arada birkaç cümle kuruyor ben fırsat verdikçe. Ama seviyor o da beni, biliyorum.

Ben bu gece gerçekten çok mutluydum. Daha da mutlu olamazdım. Al bak bu da katmerli mutluluğun ispatı:

Ocak 03, 2012

biz bu kafayla 2013'e kadar gideriz

yılbaşı kutlamaları benim için oldum olası konuşulması büyük kendisi küçük olaylar olmuştur. 1 ay önceden başlarım bu sene ne yapıyoruz geyiğine. ve hep o gece satarım bütün planları. evde sevdiğim birkaç kişiyle girerim yeni gelen seneye.

bu sene de aynı şekilde başladı. ne yapalım, nerede kutlayalım, kimlerle olalım. malum grubun organizasyon gurusu seçildiğim için bu planı da bana yıkmaya çalıştılar. ama maalesef ki kurumsal bıdık bu durumla ilgilenemedi, planların şekillendiği saatlerde, günlerde, gecelerde o sisteme ürün yüklemekle meşguldü. yoğun iş hayatı beni ziyadesiyle içine çektiği için plan sağdan soldan gelen fikirlerle yapıldı. toparlamak yine bana düştü.

dışarıya gidip eşşek yüküyle para ödemeyelim evde kutlayalım, ama aramızdan birinin evini de piç etmeyelim biz en iyisi bir ev tutalım dedik, ve anthill residence'tan 2+1 bir daire kiraladık. fırsat sitelerindeki her fırsatı dibine kadar kullanıp meze paketleri aldık, hindi söyledik, çikolata tatlı meyve ne bulduysak topladık.

14 kişinin katılımıyla saat 5 gibi başladık. derdimiz neyse. evi kiraladık o kadar para verdik sömürelim mi dedik ne dediysek artık saat 6'da biz yemek masasındaydık. her gelen "açım lan ben" diye geldi. e 6'da içmeye başlayınca üstüne bir de apti oynayınca gece 12'ye pek ayık girdiğimiz söylenemez. o saatlerde aramızda 2013e gireceğimizi iddia eden bile vardı.

saat12'ye doğru böyle bir hareketlenme oldu bizde. fotoğraf falan çekeceğiz ya ben bir rujumu tazeleyeyim diye banyoya gidip dönen ben bir sigara içeyim diye aşağıya inip çıkan herkes yok artık tepkisi verdi. biz 41. kattaydık muhteşem bir boğaz manzaramız vardı ve istediğimiz boğazdaki havai fişek gösterisini izlemekti, ama tam da 12'ye 5 kala sis çöktü. ve hiçbir şey göremedik. saat 12'yi 5 geçe de açıldı sis.

havai fişekleri izleyemedik ama bizim için asıl eğlence o saatten sonra başladı. kafayı bulanlar tam buldu geri kalanlar çakırkeyf oldu ve şamata başladı. elinde viskisiyle iskoç aksanında konuşanları mı ararsın, popo sallayıp sen benim canım sen kara sevdalım diye şarkı söyleyene mi ararsın. özel telefon konuşması yapmaya çalışıp yapamayanı mı, yoksa ııyykk çorapların kokuyor diye ortalığı yıkan iki arkadaşı mı. bir de sevişgen çiftlerimiz vardı, bir de çift olmaya çalışan sevişgen tiplerimiz. tek kişilik yatakta 4 kişi yatmaya çalıştığımız bir an var mesela. "pencere açıcam ben ya" diye çıldıran bir adet de klostrofobik bendenizden vardı pek tabii.

saat 5 sularında uyuyup, saat 9 sularında uyanıp elimde kahvemle mama kıvamında oda oda dolaşıp milleti uyandırdım, bir organizasyon dehası bir küçük diktatör olarak ortalığın toparlanması görevini millete pay ettim ben de kahvemin keyfini çıkardım.

2012 keyifle geldi, keyifle sürsün.
bu sene hayat bu yazıya yolu düşen herkese güzel olsun.