Eylül 17, 2010

aşk denen şey, adama gözünün önündeki kaldırımı fark ettirmez arabanın sağ ön lastiğini patlattırırmış..

küüt!! diye bir sesle durdum, daha doğrusu durmak durumunda kaldım.
baktım arabanın sağ tarafı yaklaşık 20 cm havada duruyor.
park yeri ararken nasıl olduğunu hala çözemediğim bir şekilde kendimi kaldırımın üzerinde buluverdim.
gayet sakindim, kendimden beklemediğim kadar hem de.
geri vitese geçtim kaldırımdan indim.
bir adam penceremi tıklattı, açtım, ' tekerleğiniz patladı' dedi.
'hı hı' dedim.
10 metre kadar gidip arabayı park ettim.
indim, baktım, tekerlek patlamamış resmen parçalanmıştı.
babamı aradım,
   baba ben arabanın lastiğini patlattım
   nasıl patlattın kızım
   kaldırıma çıktım. aslında arabayı park etmeye çalışıyordum ben. ama nasıl oldu anlamadım. o kaldırımı kim yaptıysa oraya..
   (bir kahkaha sesi) bagajda stepne var kızım, yedek lastik
   yani??? ne yapacağım ben onla??
   (bir kahkaha sesi daha) tamam kızım tamam, sen park et arabayı oraya, eve git, ben gönderir birini aldırırım.
   peki...

Eylül 16, 2010

gündüzü geceye bağlarken

düşünmemek istiyorum

beynim bir şeylerle meşgul olmasınbomboş oturalım öylece



yazlığın terasında olalım mesela
rüzgar hafifçe essin
güneş uzaklarda bir yerde batıyor olsun
denizden dalga sesleriyle birlikte tuz kokusu gelsin
saralım tek bir şarkıya defalarca dinleyelim
tekrar, tekrar, tekrar


mesela the weepies söylesin
'i want only this, i want to live
i want to live a simple life'


ya da 


jason mraz'dan gelsin
'ah lalalalalala life is wonderful
ah lalalalalala life is meaningful
ah lalalalalala life is full of
ah lalalalalala life is so full of love'


mutlu hissedelim,
mutlu olalım...

Eylül 12, 2010

sadece birazcık saygı

siyasi konularda konuşmayı ya da yazmayı sevmem.
bu konuda herhangi bir tartışmaya girmeyi de sevmem.
ben böyle düşünüyorumdur, karşımdaki insan başka türlü.
adı üstünde, düşünce!!
demokrasiden, özgürlükten bahsederken insanlarla düşündükleri ya da düşündüklerim yüzünden kavga etmek insan olarak bizleri küçük düşürücü geliyor.

bugün Türkiye Cumhuriyeti tarihinde önemli bir 12 Eylül daha yaşandı.
anayasa değişikliği için referanduma gidildi.
iki seçeneğimiz vardı:
evet ya da hayır

ben başbakanın tabiriyle 'darbeci' olanlardandım.
ama hükümete değil, değişiklik paketindeki bazı maddelere karşı olanlardandım.
körü körüne dogmatik bir inancı değil, yürekten doğru olduğuna inandığını savunanlardandım.

yaklaşık 1 saat önce açıklanan resmi olmayan sonuçlara göre yaklaşık %58 ile 'evet' çıktı.

ve o andan itibaren, gerek facebook gerekse twitter hesabımdan aklımın dimağımın almadığı iletiler yazılmaya başlandı.
karşıt düşüncedeki insanları yobazlıkla, bağnazlıkla, geri kafalılıkla, cahillikle, aptallıkla suçlayanlar;
küfredenler,
saygısız ithamlarda bulunanlar,
tu kaka diyenler...

referandumda çıkan sonuç,
oy pusulasında beyaz tarafı ya da kahverengi tarafı mühürlemek,
evet ya da hayır demek,
kişinin hür iradesine kalmış olan bir durumdur.

bu tür iletilerle insanlara hakaret etmek;
saçma, amaçsız, anlamsız,
sadece sinirleri zıp zıp zıplatan bir facebook/twitter ileti savaşından daha fazlası değildir.
bir anlam ifade etmemektedir.
yapmayınız, etmeyiniz!!!

uçtu uçtu Türkler harbiden uçtu!!!!!

kerem'le birlikte ben de zıpladım potaya,
semihle birlikte ben de sıçradım o topa doğru,
hidoyla birlikte ben de bağırdım, ooooo Türkiye!!

bugüne kadar geçirdiğim en heyecanlı 4.3 saniyeydi.
bu maçtan önce bilmezdim ben 0.5 saniyenin bu kadar uzun olduğunu.

son ana kadar mücadele etmenin,
inanmanın,
istemenin,
vazgeçmemenin, 
ne denli önemli olduğunu bu maçta bir kez daha anladım.

onlar orda, sahada hop zıpladı hop sıçradı
annem babam ve ben burda, evdeki koltukların üzerinde...

inanılmaz bir heyecan,
coşkun bir mutluluk..

işte 12 DEV ADAM,
işte harbiden uçan Türkler.....


p.s. aslında yazmak istediklerim bunlar değildi, daha içten daha candan şeyler yazabilmeyi dilerdim. ama dilim tutuldu, parmaklarım uyuştu; heyecandan olsa gerek..tabii, bir de devamlı "Türkler uçuyor, Türkler uçuyor" diye sevinç nidaları atmaktan ;)

Eylül 01, 2010

bugün 1 eylül; dünya 'barış' günü

hani ben yine aynı siparişi verirken benimle beraber tekrarladın ya
"grande caramel macchiato, non fat süt ve sugar free şurup" diye..

sonra da "madem bu kadar seviyorsunuz bir makinasını alın, evde kendiniz de yaparsınız" dedin ya..

bilmediğin bir şey var, ben caramel macchiatoyu değil senin yaptığın caramel macchiatoyu seviyorum...

bu sabah yağmur var şehrimde

gri bir sabaha uyandım bugün..
açık pencereden uçuşan perdenin yüzümü okşamasıyla uyandım..
hafifçe gözlerimi aralayıp baktım dışarıya;
işte en sevdiğim istanbul...

her gününü ayrı bir seviyorum ben istanbul'un.
gündüzünü seviyorum, gecesini bir başka..
karmaşasını, kaosunu, kalabalığını...
onunla yorulmayı seviyorum, onda yorulmayı, onun için yorulmayı...
onunlayken yaşamayı bile ayrı bir seviyorum ben..

beni, kendisine ilk görüşte aşık eden bu şehir, eylül'ü en sevdiğim haliyle karşılatıyor şimdi bana..
pencerenin kenarında oturuyorum, elimde dumanı tüten bir fincan kahve, ve yağmur damlaları vuruyor yüzüme...