Temmuz 26, 2010

bugün benim doğum günüm..

bugün benim doğum günüm; küçük bir hediye almak istedim kendime.

yıllar geçsin bugünün üzerinden, yeni yaşanmışlıklar eklensin hayatıma, ve ben bu küçük hediyeye bakayım bu yılı hatırlayayım istedim. 22. yaşımı hatırlayayım.

kazandıklarımı,
kaybettiklerimi,
öğrendiklerimi,
görmezden geldiklerimi,
korkularımı,
kahkahalarımı,
yaptıklarımı,
yapamadıklarımı,
içimde kalanları,
"keşke"lerimi,
"iyi ki"lerimi,
22 yaşındaki beni...

bu sene çok şey yaşadım ben, çok şey öğrendim, çok şey unuttum. büyüdüm, olgunlaştım ama yine de küçük kaldım, yine de çocuk kaldım.

arkadaşım diye sarıldıklarımın öyle olmadıklarını gördüm, "arkadaşım değilmiş demek ki" dediklerimin en yakın dostlarım olduklarını öğrendim. berbat bir dönemin ardından rüyalara yaraşır bir sene geçirdim.

yeni insanlarla tanıştım. hayatıma başkalarını kattım, yeni sayfalar ekledim defterlerime, bazılarını da koparıp attım. önyargılarımı kırdım ben bu sene; insanları yargılamayı bıraktım. kimisini olduğu gibi kabul ettim, kimisini yok saydım.

daha özgür bir sene yaşadım. içimden geçenleri oldukları gibi döktüm. eveleyip gevelemedim söyleyeceklerimi. söyleyemediklerimi de yazdım.

yine çok konuştum, durmadan konuştum. yine çok güldüm, kahkahalarımı arka arkaya patlattım. bazen de çok ağladım, gece 4te ühühühühü diye uyandım.

ben imkan dahilinde olamayan aşkı tattım bu sene, yarına umutsuzca umutla bakmayı öğrendim. hayatımın en mutlu gecesini yaşadım 24ünde mayısın; en lanet gününü kutlamaya gittiğimde. kalp atışlarım 200ü gördü, bacaklarım tir tir titredi. dokunmanın verdiği heyecanı hissettim.

korkaktım ama ben bu sene; aşka karşı korkaktım, sevdiğim adama karşı korkaktım. her yerde vıdı vıdı konuşurken onun yanında sustum. sessizliğim büyüdü, devleşti, kendi sessizliğimden korktum. yapma dedim, sözümü dinletemedim kendime; yap dedim, yine asiydim kendi söylediklerime. ne gidebildim ben ne de kalabildim. ne sevebildim içimden geldiğince ne de vazgeçebildim ondan. takılıp kaldım; böyle mutluydum, böyle mutsuzdum. dengesizliğimden korktum. acının anaforuna doğru süratle sürüklenirken cennetten bir bahçede gibiydim. hissettiklerimden korktum.

bugün benim doğum günüm; küçük bir hediye almak istedim kendime.

ama vazgeçtim; onun yerine kendim için bir dilek tuttum.. daha cesur olmayı diledim, kendime karşı, aşka karşı, hayata karşı daha cesur bir yaş diledim ben bu sene...

Temmuz 15, 2010

işimdeyim gücümdeyim

en az sevdiğim kadar nefret ediyorum işimden. en az çıkıp gitmek istediğim kadar bu ofisten oturup kalmak istiyorum son derece rahatsız olan bu mavi koltukta. 4 gündür devamlı oturuyor olmaktan popom azıcık düzleşmiş olsa da bilgisayarı bir türlü kapatamıyorum. üstelik 1 değil 3 farklı analiz programı birden çalışır durumdayken. excel book sayısını saymıyorum bile.

efenim, bendeniz pazartesi günü epeyce sancılı bir süreçten* sonra yeni bir staja başladım. artık IMS Health Türkiye'de satış departmanındayım.6 tane taş gibi manager hatundan bi adet de yakışıklı, kaslı, pek hoş directordan oluşan bir ekip. artık bir adet de benden var bu ekipte.

ilk gün her şey toz pembeydi. nasıl sıcaklar, nasıl sevimliler, nasıl cana yakınlar. pıttadanak aldılar beni de içlerine. haftalık toplantılarına bile ilk günden dahil edildim. kendilerinin kullandıkları bir data analiz sistemleri var, onu öğretmeye başladılar. kolay zevkli bir şey. daha doğrusu öyle idi.
data çekmek hala eğlenceli ama o datalarla ilgili pazartesi günkü toplantıya bir analysis report hazırlamak hele de konuyla ilgili bu denli boşken hiç eğlenceli değil.

"ABBOTTun ATC3'teki antagonist bilmemnesinden cumulative sharei 5%in üzerinde olan co-molecule yapılı productları top5ta toplar mısın? a bir de mümkünse melt tab olsun"

HÖÖNKK!!

ne diyorsun hocam sen?? Aynı dili konuşsak çok daha kolay anlaşacağımızı düşünüyorum. Ben türkçe konuşurum genelde, ingilizcem de vardır. italyancada da çata pata anlaşırız bir şekilde. 3ünden birini seçsen hani..

tamam, azıcık abartmış olabilirim. tamam, alt yapıları, databaseleri bu bilgiyi sağlayabilecek kapasiteye de sahip olabilir. tamam onlar benden bu kadar komplike bir bilgi istememiş de olabilirler(ama bu istemeyecekleri anlamına gelmiyor). ama arkadaşım ilk haftadan analiz mi yaptırılır. ben ne güzel puccanın kitabını almıştım, stajda okurum diye. şu hale bak. nelerle uğraşıyorum.

hayır sorun uğraşmak da değil, bu uğraşlar beni farklı düşüncelere sevk ediyor. iş hayatı denilen şeyden soğuyorum. zaten saygı, sevgi ve ihtiyaç çerçevesinde ilerleyen bir ilişkimiz var kendisiyle. yıpranalım istemiyorum. iki tarafa da zor.

yok yani işmiş güçmüş bana göre değil. üniversiteye ilk geldiğimdeki düşüncem en doğrusuymuş aslında. niye işletme dedikleri zaman, zengin koca bulup onu işleticem ondan derdim. en güzeliymiş anacım. vallaha demet'in dediği gibi evli, mutlu, çocuklu olmak istiyorum ben. ohh mis gibi hayat. tek dert; bugün keki üzümlü mü yapsam çikolatalı mı?

sadede gelirsek, bugün 4. günümdü ve acaba bırakıp gitsem mi diye düşünmedim değil hani? daha önce istifa ettim bir kez daha edebilirim. ilkinde müdürüm kabarık saçlı çirkin bir kadındı, kal diye ısrarına rağmen hayır diyebilmiştim. amma ve lakin ki bu seferki müdürümü göz önünde bulundurursak kendime güvenim tam değil.


p.s. şirketle ilgili en uyuz olduğum şey blog erişiminin engellenmiş olması. facebook a twittera çatır çatır girebiliyorken bloguma yazamamak sinir ediyor beni. o yüzden bu yazıyı facebook notes a draft olarak kaydedip daha sonra copy-paste yapmaya karar verdim.

p.s.2. ayy bu yazı pek bi içten olmuş...


* epeyce sancılı süreçten kasıt: yaklaşık 1 ay önce biofarmada staja başlanır, ancak şirket istanbul sınırları içinde gibi gözüksede aslen değildir, üstelik servis de sağlanmamaktadır.. bu, zavallı biçare merve'nin günde yaklaşık 4 saat yol çekerek iett ile ulaşımını sağlaması gerektiği anlamına gelmeketedir. e doğal olarak, staj 2. gununde terk-i viran eylenir. yeni bir staj aranmaya başlanır, zaten anlaşılmış olan bir firmada tarih erkene alınmak istenir. ama gerizekalı firmanın gerizekalı ik ekibi son derece özensiz çalışmalar yapıp onaylandı sanılan stajın henüz konfirmasyonunun yapılmadığını söyler, hem de beni 10 gün oyaladıktan sonra. içinden, sessizce bilinen en okkalı küfür savurmuş olarak yeni bir şirket arayışına başlanır. bu sefer de yine yeni değil de aslen eski olan bir şirket aranır. daha önce görüşülen ama tarihlerde anlaşılamayan, benim tarafımdan kısmet değilmiş efenim tribi atılan firmanın müdürüne mail atılır; böyle böyle oldu ben biofarmayı bıraktım siz başka stajyer bulmadıysanız ben başlayabilirim yazılır.(tughan zaten ilk görüşmede söylemişti, sen biofarmaya 1 hafta ancak dayanırsın orayı bırakınca ara beni biz seni burda başlatalım diye. ne ileri görüşlü adammış ayol.) ve 'uzun dönem' staj hemen, direk, oracıkta, o anda onaylanır pek sevgili müdürüm tughan demirbilek tarafından.

Temmuz 09, 2010

ilk

ilk aşk...

en özelidir,
en güzelidir,
en saf olanıdır,
en unutulmayanıdır,
yıllar geçse de üzerinden, tatsız olmuşsa da yaşananlar gülümseyerek hatırlanandır.

ilk aşk...

ukdesi kalır kalplerde,
yaşanan koşulsuz, hesapsız sevgiye hasret olur hep yürek,
özlem duyulur o günlere.

ilk aşk..
ilk görüş..
ilk çarpıntı..
ilk dokunuş..
ilk buse..

ilkler hep kalır, hep hatırlanır...
ilkler hep biter...
ilkler hep yenilere gebedir...
ilkler hep bir sonraya açılan kapıdır...

bir sonraya açılan kapılarımız hep umut dolu olsun, hep mutluluk dolu olsun!!

p.s. nerden esti bilmiyorum ilk aşkım geldi aklıma, ve ben ilk defa sadece iyi anıları hatırladım, ilk defa sadece gülümsedim...

aşk denen şey, adama kapalı telefona 'telefonu aç' diye mesaj attırırmış..

Temmuz 07, 2010

şarkılardır beni benden alan

şarkılardanmış meğerse benim son günlerdeki depresif hallerim..
dinlersen en hüzünlü aşk şarkılarını özlersin uzaktaki sevdiceğini pek tabii..
dinlersen sertab, levent, sezen üçlüsünü okursun lanet kaderine..

bir playlist yapmışım ki efenim sormayın gitsin...
sen de başını alıp gitme ne olur'la başlıyor, beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın'la devam ediyor. veremem sana acımı'yı da eklemişim ki kimse tutamasın da depresyon denen girdabın derinliklerine süresiz tatile çıkabileyim.
levent'in yeni şarkısı favorim olmuş, aşk mümkün müdür hala. gripin akşamlarla ikinci sırayı almış top listemde. ceynur'dan ötesi yok'u dinlemişim oturup yeni bir yazı yazmışım, öyle sevdim ben onu diye.

ama fark ettim, acı bir şekilde olmuş da olsa içinde bulunduğum ahval ve şeraitin vahametini idrak edebildim. bu sabah tartıda 5 ile başlayan sayılara çıkmış olduğumu kocaman olmuş gözlerle gördüm.

kaç gündür içimdeki boşluğu doldurmak maksatıyla; adana dürüm olsun, urfa kebap olsun, lahmacun olsun, iskender olsun, lazanya olsun, çekirdek olsun, çikolata olsun, krep olsun elime geçirdiğim her şeyi yedim.
şarkıları dinledikçe depresyon katsayım arttıkça içimdeki çikolata miktarı da artsın istemişim; oturup bir kilo profiterol yemişim mesela. evet yapmışım, hatta yaptım.

sonuç mu??

yıllardır 47-49 arası giden gelen kilom olmuş mu size 51...
şimdi diyeceksiniz ki 'amaaan canım ne var 51'de'. 51'de bir şey yok zaten, sorun benim 1.60ı bile bulmayan boyumda.
anlaşmazlığı bir karış olan boyumla her gün biraz daha büyüyen göbeğim yaşıyor. korkmuyor değilim hani yakında enine boyuna bir insan olacağım diye, eniyle boyuyla bir!!

peki, ne mi yaptım?

hemen playlistimi değiştirdim. lady gaga, beyonce, shakira, tarkan, serdar, demet takılıyorum artık. devamlı dans eder haldeyim, koşuşturup duruyorum. depresyondan aşk acısından da eser kalmadı.(special thanks to demet) ne kadar çok hareket o kadar az kilo o kadar az hüzün...
yarından tezi yok spora da başlıyorum, bu akşam jübilemi yapayım da bir.

hele bir tekrar 47 olayım, o zaman görüşürüz sertab, levent, sezen üçlüsü ve de depresyon dehlizleri...

Temmuz 05, 2010

cevapsız sorular-2

yaptıklarımdan mı acıyor bu kadar içim, yoksa yapamadıklarımdan mı?

içimdeki sıkıntının sebebi söylemek isteyip de söyleyemediklerimin, yapmak isteyip de yapamadıklarımın ağırlığı mı?

gerçekleştirsem içimden geçenleri hafifler miyim?
söner mi içimdeki yangın?
acı çekmeden nefes almaya başlar mıyım tekrar?

unutulur mu tüm bu olanlar?
unutulursa eğer, unutmak işe yarar mı?
unutmak beni kendime getir mi?

'biz' olabilmek

zordur 'biz' olmak; 'biz' olmayı becerebilmek.

sen ve ben; iki ayrı beden; iki ayrı ruh; iki ayrı düşünce...
birarada olmak için verilen çabalar, bazen kendin olmaktan ödün vermeler, iki farklıyı ortak bir aynıda birleştirme...
harcanan bu efor yorar iki tarafı da, yıpratır.

sonunda vazgeçer biri, biter 'biz' dedikleri.
diğerinin canı acır, içi yanar. soruları vardır cevap almak istediği, aradığı nedenler vardır. bir daha deneme isteği vardır, son bir şans der.
ama bittiyse biri için, bitmiştir!!
hiç bir çaba kurtarmaz. kurulan cümleler, verilen sözler, bulunulan vaatler değiştirmez nihai kararı. ne yapılırsa yapılsın 'sen ve ben' değildir artık 'sen' 'ben' olunmuştur.

bitmiştir, çünkü sevgi yoktur artık. aşk değildir hissedilen. garip bir bağ vardır arada, ama sen'le ben'i 'biz' yapmaya yetmeyen bir bağ.
bittiyse eğer bitmiştir. zorlamanın manası yoktur, zorlamak nefrete çevirir duyguları; iyi kalmaz arada; hatırlanan bütün tatlı anıların üzerine koyu bir bulut düşer.

'biz' olmak zordur, zor başarılamadıysa eğer doğru 'sen'le doğru 'ben' değildir yan yana gelen. doğrular dışarıdadır, bir yerlerde onlar da doğrularını arıyorlardır belki. birbirimizin yanlışı olmamak adınadır bu yaşananlar belki de, ayrılıktır belki de bu ilişkideki tek doğru.

yanlış 'biz' olduysak da sonuçta doğru kararı verdiysek; birlikte 'biz' olamadıysak da ayrı ayrı 'biz' olma umuduysa içimizdeki...

başarmışızdır 'biz' olmak dışında iyi bir şeyleri...