Mart 28, 2010

Aşk denen şey, adama kuzey kampüste seksek oynatırmış..

evet, evet... oynatırmış.. oynadım ordan biliyorum ;)

Mart 27, 2010

Aşk denen şey, adama soket çorap üstü halhal taktırırmış..

Sonra da yüzüne 'hey adamım, baksana bana ne kadar cool oldum' bakışı yerleştirirmiş.

Aşk denen şey, adamı yağmur altında elinde bir fincan çayla yürütürmüş..

Mart 25, 2010

Aşk denen şey, adama ayakkabı çıkarttırırmış..

Hiç eve girerken ayakkabısını çıkarmamış birine eve girerken neden ayakkabı çıkarıldığını anlatamazsın ya, aşk da öyleymiş...


Special thanks to Fatma & Mick O'Neill...

Ahh şu aşk denen şey yok mu?


Nasıl bir kudrettir ki yüzlerde gülümseme yaratan küçücük bir espriden aylarca süren bir muhabbete yol açar. Bir cümle üzerinden onlarca cümlelik yorumlar yaptırır. Kendisine dair ilginç tanımlamalar oluşturtur, yaşanmışlıklar yaratır. Hayata bakış açısı katar, hayata kendi penceresinden baktırır.
Şu aşk denen şey, nasıl bir duygu silsilesidir ki bir kere rüzgarına kapılmaya görsün insan havalandıkça havalanır; uçtukça uçar daldan dala konar. Sonuç genelde aynıdır, kendi bindiği dalı kestiğinin farkında olmaz, ta ki poposunun üstüne sertçene oturana kadar.
Şu aşk denen şey var ya, çok şeye sebep çook...
Ben vakti zamanında ‘adamdaki aşka bak be, ayakkabısını bile çıkarttırmış ha’ diye anlatılan duruma bir yorum yapıp, sonra da bu yorumu gittikçe bir teknolojik kara deliğe dönüşen meşhur ‘social networking’ sitesi facebook'a status kısmına yazma gafletinde bulundum. Ve bu aymazlık ‘aşk denen şey adamı şöyle yaparmış’ , ‘aşk denen şey adama böyle yaptırırmış’ diye devam etti. Halen de etmekte. Hatta ve hatta kalıbına sığmamakta taşmakta ve bu bloga bulaşmakta...
Bu iletileri facebook sayfama yazarken bu denli ilgi gördüğünün farkında değildim. Okuyan, takip eden, beğenen ama söylemeyen, bıyık altından kıskıs gülen, kimden bahsediyor ki bu kız diye soran, merve kime aşık olmuş diye meraklara gark olan çokmuş meğerse. Ne zaman ki ben iletileri yazmayı bıraktım, talepler dillenmeye başladı. Tekrar yaz diye ikna çabaları hız kazandı.
Ben de bu talepler, bu övgüler karşısında – tamam kabul ediyorum- çok pis gaza geldim. Sağlam ego tatmini yaptım. Nihayetinde kendime hakim olamayıp bu blogu oluşturdum.
Sanmıyorum ki, bu blogu benim arkadaşlarım dışında okuyan takip eden – şu an itibariyle tek bir takipçim var, o da ev arkadaşım - valla ben ısrar(!) etmedim – olsun. Ama es kaza girdiniz okudunuz diyelim bu blogu, tüm amaç hayatınızdan çaldığım, yazıyı okumak için ayırdığınız bir kaç dakikanın yüzünüzde bir gülümseme yaratmasıdır. Yaratmalıdır, yaratacaktır, an itibariyle yaratmıştır...

Mart 24, 2010

Bak bir varmış bir yokmuş eski günlerde, pozitif bıdık yaşarmış boğaziçi'nde



Bir varmış bir yokmuş..Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, develer tellal pireler berber iken......

1988 yılının en sıcak yaz gecelerinden birinde üstelik de kurban bayramının 3. gününde daha fazla dayanamayıp annesinin karnından çıkmak isteyen bir bebek varmış. Sabaha karşı sancılarla uyanıp 'ayy bu kez kesin geliyor' diye bağıran kadıncağızı apar topar hastaneye götürmüşler. kadın ameliyathanede bir doğururken kocası kapıda dokuz doğuruyormuş. Bir aşağı, bir yukarı, bir aşağı bir yukarı yürüye yürüye hastane koridorlarını arşınlıyormuş. adamın böyle dört döndüğüne aldırmayın çok değil yarım saat sonra ameliyathanenin kapısı açılmış, yeşiller içinde bir hemşire elinde kırmızı, ufacık tefecik, buruş buruş, gözleri bile açılmayan bir bebekle dışarı çıkmış. Adamın kucağına verip 'nur topu gibi bir kızınız oldu' demiş.

Anne de ameliyattan çıkıp kendine geldiği zaman herkes pek bir mesut olmuş. dedeler, babaanneler, teyzeler, amcalar, ve hastanedeki diğer aile yakınları biraz zamansız da olsa bebeğin gelişinden oldukça memnunlarmış.ama pek tabii, her şey hep böyle güllük gülistanlık değilmiş. bu durumdan hiç de hoşnut olmayan ve bunu her fırsatta gösteren birisi daha varmış. kendisi o zamanlar henüz 2,5 yaşında olan bizim ufaklığın abisiymiş. daha 40 günlük bebekken, ufaklığın kafasına fırlattığı terlik bunun en iyi örneğiymiş.hala arada ufaklık salak saçma bir şey yaptığında buna bağlar, 'atmayacaktım ben o terliği, baksana salak bir şey oldu bu' diye dillendirirmiş. bu ikilinin arasında ilginç bir abi kardeş ilişkisi varmış. birbirlerinin hem en yakınları hem en uzakları olmuşlar. hem en iyi dostları hem en kötü düşmanları. çocukken evin salonunda maç yaparlar, kırdıkları vazoların suçunu da birbirlerine atarlarmış. ya da ufaklık çeşitli yöntemlerle abisinin bütün harçlıklarına el koyarmış. ama aynı ufaklık sırf çocuğun biri abisini itti diye yerde bulduğu bir taşla o çocuğun kafasını yarmış. yani aslında bu ikili birbirleri için, şu hayatta en sevdiğim en değer verdiğim insanlar listesi içinde birinciliğe oynarlarmış.

gel zaman, git zaman..ben diyeyim 10 sene siz deyin 15 sene..yıllar yıllar geçmiş; su gibi akıp gitmiş..bu ufaklık büyümüş, büyümüş, halk arasındaki deyimle eşşek kadar kız olmuş. Üniversiteye gitme çağı gelmiş, eh sınavı da pek fena sayılmazmış.. Bogaziçi Üniversitesini kazanmış. Binbir hevesle 18 yıldır yaşadığı ve çok sevdiği şehri İskenderun'dan çıkmış aşık olduğu şehre İstanbul'a gelmiş.

Gelip geçen, değişen ve gelişen zamanla birlikte ufaklık da değişmiş. her gün yeni yeni insanlarla tanışmış, yeni arkadaşlıklar kurmuş, dostlar edinmiş kendisine. yeni hayatlara tanık olmuş.tabii hatalar da yapmış, ama hataları geride bırakmayı bilmiş. çünkü babası ona hep 'geçmişle ve geçmişte yaşayamazsın, yanlışları bırak geride kalsın, sen doğrularınla yarınına bak' dermiş. bizimki de ara sıra baba sözü dinlermiş.

bizim bu ufaklığın yaşı büyümüş ama kendisi ufak kalmış. boyu ancak 1.60 olmuş, kilosu da ancak 50ye çıkmış. arkadaşları ona bu minik hali sebebiyle bıdık derlermiş. ev arkadaşı ve en yakınlarından biri aralarındaki bir espriden ötürü bu bıdık'ın önüne bir de pozitif eklemiş. Bizim ufaklık olmuş pozitif bıdık. suratından hiç eksik etmediği sırıtışıyla.

efenim, işin özü lafın kısası bu ufaklık namı diğer pozitif bıdık benim..evet evet benim.. bu blogun yazarıyım.

sabahları erken uyanmayı sevmem, ama çok geç de kalkmam. ne de olsa günü yarılanmadan yakalamak lazım. güne kahveyle başlarım, içemezsem nemrutlaşırım. makarna en sevdiğim yemektir, her türlüsü her soslusu. bütün bir günü evde koltuğuma kurulmuş kucağıma bilgisayarımı almış bir modda geçirebilirim.. haftasonu Starbucks'tan caramel macchiato alıp bebek parkında oturmayı çok severim. tamam kabul ediyorum hafif ciks bir yaşantım var. fotoğraf çekmeye ve çektirmeye bayılırım, aslında daha çok çektirmeye.. hayata dair gelecek planları pek bana göre değil. hani 'tanrıyı güldürmek istiyorsan ona planlarından bahset' demiş ya birisi sanırım ben tanrı'dan çok kendimi gülümsetmek istiyorum. daha spontan bir hayat sürmek, bir anda karar vermek bir anda yapmak daha bana göre..ama körü körüne de değil, bazı şeyleri de sağlama almak lazım. maymun iştahlıyımdır ben bir de. gitar çalmayı öğreneceğim diye tutturdum hocam 1,5 ay sonra ders vermeyi bıraktı, o kadar yeteneksizim anlayacağınız. okuldan aldığım painting dersinde kendime 10 üzerinden 3 verdim o da kıyak geçmiş halim. gezmeye koşuşturmayı bayılırım.

daha fazla uzatmaya gerek yok, sabredip buraya kadar okuyanların 'daha ne kadar uzatabilirsin ki' dediğini duyabiliyorum. ben çok konuşurum, çok çok konuşurum; konuştuğum her şeyi de yazabilirim. yani tahminlerinizden daha da çok uzayabilir bu yazı.

neyse, bu sefer uzatmayacağım. yazımı bu blogun varolma sebebiyle bitireyim istiyorum. sebep bir arkadaşım. bir muhabbet esnasında - ki bu muhabbeti bir sonraki yazımda anlatacağım- 'ya sen bunları bir blog falan açıp yazsana' dedi, diğerleri destekledi. gaza getirildim gaza geldim. ve pozitifbidik.blogspot.com ortaya çıktı...